Ailesini kaybettikten sonra okuldan alınıp evlendirilen bir kızın, iyi insanlara düşmesi sayesinde hem kendi hayatında hem köyünün yaşantısında güzel değişiklikler yapması.
Ailesini kaybettikten sonra okuldan alınıp evlendirilen bir kızın, iyi insanlara düşmesi sayesinde hem kendi hayatında hem köyünün yaşantısında güzel değişiklikler yapması.
Memleket. Benim için ne çok anlam ifade eden
bir kelime. Doğduğumda ciğerlerime havasıyla can veren, toprağında büyüttüğü
mahsulle beni besleyip büyüten, suyuyla temizleyen memleket. Havası, suyu hep
benim bildiğim gibi kalsa da barındırdığı insanları değişen memleket. Ben
doğduğum zamanlarda kızların okutulmasına kötü gözle bakılan, kendi çocuk yaşta iken evlendirilip doğurduğu
çocuğu büyütmesi beklenen memleket. Şimdilerde böyle düşünen şükür ki kalmadı
ya, bunu da akan suyun güzelliği, ötüşen kuşlardan işitilen sesler yapmadı
elbet, önce toprağa verdiğim annem yaptı. Nur yüzüyle yalnız üstüne değil
altına da bereket oldu buraların. Kendinden vererek büyüteceği bir can doğurmak
için toprağa giren anneme içten bir koşup sarılmam nasip olmadı ama, sevilen
kulmuş, kendi gibi birini bırakmış ardında. Anneler zaten kıymetlidir de,
kıymet kelimesi insan olsa benim annem olurdu zannımca. Zira bana yaptığı
analığı ancak doğuran annem hayatta olsa o yapabilirdi.
Çocukken büluğ çağına gireceğim zamanlar,
liseye yazdırılacak yaşa geldim diye babama türlü nasihatler gelirdi.
Falancanın oğlu askerden gelmişmiş, berikinin yeğeni işini düzene oturtmuşmuş.
Babam istemezdi kimseyi, ‘’Benim kızım okusun.’’ derdi. Akranlarımı geriden
takip ettiğimden ufak tefek bir çocuktum. Sanırdım ki ana sütünü mezarlıktaki
ağaçlara kaptırdığımdan boyum kısa kaldı. Öyle ya, anamın ak sütü yattığı yerin
yanındaki kavak ağacına yaramasa nasıl uzayacaktı o kadar boyu? Ama babamın neden
okusun dediğini aklım ermeye başlayınca anladım, kavak ağacı annem olmadan da
uzayabilirmiş. Ben hala içten içe kavaklara bakınca anneme sarılırmış gibi
hissederim ama artık bilirim o olmadığını. Sonra aklımın erdiği günlerden
birinde yaslandığım dağ yıkıldı, onu da kavak ağacının yanına gömdüler. Hiç dağ
gömülür mü demeyin, ben de bilmezdim de insan büyüyünce neler öğreniyor neler.
Hiçbiri de öyle okuldaki gibi hazırlanıp girdiğimiz imtihanlara benzemiyor,
sahici imtihanlar bunlar esasında. Ben bu yüzden iyi bir öğrenciydim her halde.
Öyle olmasam amcamlar okuldan almaya geldiklerinde öğretmenlerim diretmezlerdi.
‘’Aman Hasan Efendi, bırakın okusun. Öyle iyi bir talebe, inanın istikbali
parlak.’’ O güne kadar hakkımda duyduğum en güzel cümlelerdi. Sevgisini diline
döken insanlar olamadığımızdan babam ‘’Okusun.’’ dediğinde kimseye layık
olmadığımdan öyle dediğini düşünürdüm. Cehalet işte, normal bir çocuk da
anlamaz mı söylenenin altında yatanı yoksa benim mi kafam çocukken hiç basmazdı
bilemedim. Nihayetinde amcamın dediği oldu, ‘’Yetsin bu kadar mektep.’’ Yetmedi
aslında ya yetse neye yarar? Hem para kazanmayanı insan yerine koymayıp hem
para kazanmayayım diye uğraşan biriydi amcam. Evde yaptığımız işi görmez,
sofraya koyduğu fazladan tabağın hesabını tutardı. ‘Anamdan emdiğim sütü
burnumdan getirdi’ derler ya, öyle biriydi. Hatırladıkça gülerim, ben anamdan
süt ememedim ya, güldürür beni böyle düşünmek. Annem hayatta olsaydı da bir
kardeşim olsaydı babamla amcam kadar farklı olur muyduk merak ederim hala. Bir
gün yenilip sormuştum da hakikaten, ‘’Aynı rahimde büyüdün, aynı memeden emdin,
aynı kollar salladı da seni neden bu kadar başka biri oldun amca?’’ Cevabını
işiterek aldığım bir soru değildi tabii. Kendisinin oğulları olmasına verirdim
acımasızlığını, kız çocuğu büyütse daha özenirdi, babam gibi. Kızı olmayan
başka bir anne bulmuş bir gün. ‘’Gelin gideceksin.’’ dedi. Oysa annem ‘’Benim
kız evladına hasretim bitiyor.’’ demişti. Sevginin söyleyerek de gösterildiğini
öğrendiğim gündü o gün. Sonra yeniden bir annenin evladı oldum nihayet. Başta
baba yok, sersefil halde bir ana bir oğul bir de ben. Hakikaten benim kimseye
layık olmadığımı düşünen biri vardı ya, o da amcamdı işte. Barınamadık daha da,
göçtük başkalarının memleketine. Sonra benim için orası da memleket oldu.
Çocukluğumu, gençliğimi, talebeliğimi, işçiliğimi sığdırdım ikinci memleketime.
Evli barklı kadın demedi annem, bulaşık yıkarken camdan izlediğim çocuklarla
oynamaya yolladı beni. Onlar gibi ip atlayamazdım ben gerçi, yine de yırtılan
elbiselerine yama yapardım, yemek yapardım, kopan oyuncaklarını onarırdım.
Onlar da benim eksik yanlarıma yama yaptı. Büyüdükçe oyun oynamayı bıraktık,
her gün öğretmenlerinden ne duydularsa bir bir anlatırlardı bana. Ödev diye
verdikleri kitapları ödünç verirlerdi, sabaha kadar okur geri götürürdüm zorda
kalmasınlar diye. Bir de güzeldi o kitaplar. Annem hevesimi gördüğünden mi
bilmem bir gün elinde ufak bir kağıtla çıkageldi. ‘’Seni bir daha okula
yazdırmaya gidiyoz, hadi kalk. Fotoğraf mı ne lazımmış, ben aklımda tutamadım
da Ali’ye yazdırdım, te burada. Halledelim şunları kitaplarını da alırız. Ali
para bıraktıydı, yetmezse isteriz dahasını akşam.’’
‘’Ne okulu ana? Küçük
çocuklarla nasıl gideyim ben? Üst baş nasıl buluruz?’’
‘’Öyle gidilmeli okul
değilmiş bu, evde okuyacaksın imtihanları okulda vereceksin.’’ O zamana kadar
duymadım hiç açıktan okul bitirmek, nereden bileyim. Hoş, kızların okulu
bitirmesi duyulmuş şey değil ya bizim oralarda, neyse. Gidip yazıldım o gün
okula. Anam kendisi okuma yazma bilmemenin eksikliğini çeker, Ali babasından
sonra ev geçindirmek için çalışmış yarım bırakmak zorunda kaldığı okulun
hasretini çeker, ben babamın isteğini yerine getirememenin hasretini çeker
dururken oldu okul işi. Sağ olsun oyun arkadaşlarım da yardım etti bana liseyi
bitirdim. Bir gün akşam yemeği yerken Ali söze girdi, ‘’Bak, biz okuyamadık
bilirsin. Sen okulunu bitirdin. Şimdi sınavlara girersen daha da okuyabilirmişsin.
Kolay değilmiş ama yaparım dersen, yani eğer istersen ben seni okuturum.
Buradaki arkadaşların okumaya başka memleketlere gitti, senin de onlardan kalır
yanın yok benim gözümde. Yanlış anlama, ben eve ekmek getirmeye gücüm
yettiğince varım ama gönlün kalmasın. Burada böyle bunu yapamayan bir senmişsin
gibi hissetme. İstersen gir imtihanlarına hakkında hayırlısı neyse onun için
dua edelim.’’ Babamdan sonra en çok ağladığım günü sorsalar o gündü işte. Kimin
hayır duasını aldıysam bana Ali gibi koca, annem gibi ana nasip etti. Ben de
okudum. Okuma yazmayı bilmeyen anam için okudum, toprağın altından bana gönül
koymasın babam diye okudum, Ali’nin eksik sandığı yerleri tamamlansın diye
okudum, akranlarımla gidemediğim zamanların acısını çıkarırcasına okudum. Uzun
uzun okudum, üstüne doktor çıktım. Elim iki kuruş para görmeye başlayınca
rahatladık. Bu sefer de ben Ali’ye ısrar ettim yarım bıraktığı işi tamamlasın
diye. Yeni okula başlayan çocuk heyecanıyla yazdırdık onu da. Buralarda okumak
isteyene böyle kapılar açık da benim memleketimdeki çocukların günahı ne diye
düşünüp dururdum. Burası benim memleketim olmadığından değil, beni yetiştirmiş
okulların olduğu, bize ekmek parası vermiş yere başka türlü diyemem de zaten,
ne var ki burada doğmayan çocukların da günahsızlığı unutturmaz kendini. Ali de
öğretmen çıkınca duramadık daha, döndük. Ama ne dönmek, yarım diye bakılan Ali
hem okumuş hem okutmuş. Cahil bilinen anam arkasına katmış iki okumuşu, görmüş
geçirmişliğiyle açmış evini. Sabah evden hem kadın çıkar hem erkek, görülmüş iş
değil. Gel zaman git zaman erkekler, kadınlar hastalanınca başka doktordansa
bana getirmeye başladılar. ‘’Sen de bir şey yapabilir misin bilmem ya, bak
bari.’’
‘’Bakarım elbet, bakmak
için buradayım ya.’’ Zaten burada kadınların bakmadığı bir birbirimiz vardık.
Eve bakan, çocuğa bakan, kocasına bakan, ana babasına bakan, varsa hayvanına
ekip biçtiğine bakan kadın bir sıra gelmiyor ki kendine baksın. Onlara da ben
bakarım. Kimde ne yara var kapatırım. Kimde ne hastalık var iyileştiririm.
Dermansız dert vermesin, elimden geldiğini ardıma koymam. Anam derdi, ‘’A
yavrum, burada kadınları ne kadar doktora götürürler de sen onların doktoru
oldun?’’ Bilirdim işte, bizim kadınların yalnızlığını çoktandır bilirdim de
ondan kadın doktoru oldum. Yalnız onlar mı? Daha karınlarında sakladıkları
bebelerin de. Ufacık çocuklar elimize doğardı, anasından babasından ilk
istediğim söz olurdu, ‘’Gönlü varsa okutacaksınız, ant olsun mu?’’ Hepsinden de
aldım çok şükür sözü. Büyüsün, yediği içtiği kan olsun, can olsun diye gözünün
içine baktığımız o bebeleri ilim öğrensin diye Ali okuturdu. Onun söylediği tüm
iyi şeylere rağmen hala bana can emanet etmeyen insanımın muhtaç kalınca
geldiği son kapı olsam da gel zaman git zaman güvenlerini kazandım. Bu işi
becerebildiğimi gösterdim. Gencecik yaşta anam gibi nice kadınlar ölmesin diye
uğraştım. Ne çok isterdim kendi anamı da kurtarmayı. Ama gamlanmam, başka çocuklar
da anasız kalmasın diye yazıldıysa kaderim böyle, neden isyan edeyim? Nicelerin
dört gözden eksik kalmadığı memleketimde benden ala doktor çıkacak kimler var
kimler. Çocuğun çocuk, gencin genç olduğu memleket oldu buralar da. Daha da
sevinç, kıvanç duyulacak şey aramam. Aramam aramasına da, sevincin kıymetini
bildiren hayat üzüntüyü unuttur mu? Eline can emanet edilecek insan olsan da
ömür bitince yaşatamazsın işte. Tanıdıktan sonra bana her şeyin en iyisini
yaşatan anamın da toprak olduğu gün anladım memleket ne demek. Yerin yurdun ne
demek, kim demek anladım. Yüreğinde kavaklardan orman büyüten anamı da gömünce
birine memleket olabilmeyi anladım. Kendi çocuğuma, çocukluğuma, çocuklara ve ardında
bıraktığı nicelerinin ciğerine dolan havayı kim verir sanırdım? Kökleri,
bereketli yüreği olan onca anaya değen ağaç veriyorsa bize havayı, yeni doğan
bebeyi bu ağlatırdı işte. Anasının karnından yeni ayrılan bebe, senin ciğerine
can olan havayı öyle çek ki içine, bir kez daha sen yaşa diye can versinler
toprağa. Öyle güzel yaşa ki, güldükçe hışırdayan yaprak değsin sana nefes
olanlara. Öyle içten oku ki, sığındığın gölgeye güneşten çok ışık saç. Öyle
güzel gül ki, sular çağlasın kahkahalarına. Öyle içten ağla ki, toprağı beslesin
gözyaşların. Ve öyle güzel bitir ki ömrünü, senden sonraki herkes de aynı
güzellikte yaşayabilsin. Ben işte böyle güzel insanlarla çevrelendim yaşamımda.
Gönül isterdi ya anamla beraber el açalım yine, şimdi hem bana yaptığı analık
için açacağım elimi hem de büyüttüğü kavaklara can suyu dökmek için.