Kavak Ağacı

  • Yazar: Elif Uğur

  • Rumuz: denijumile

  • Okulu: Çanakkale 18 Mart Üniversitesi

  • E-mail: denijumile.97@gmail.com

Konu

Ailesini kaybettikten sonra okuldan alınıp evlendirilen bir kızın, iyi insanlara düşmesi sayesinde hem kendi hayatında hem köyünün yaşantısında güzel değişiklikler yapması. 

Tab Article

 Memleket. Benim için ne çok anlam ifade eden bir kelime. Doğduğumda ciğerlerime havasıyla can veren, toprağında büyüttüğü mahsulle beni besleyip büyüten, suyuyla temizleyen memleket. Havası, suyu hep benim bildiğim gibi kalsa da barındırdığı insanları değişen memleket. Ben doğduğum zamanlarda kızların okutulmasına kötü gözle bakılan,  kendi çocuk yaşta iken evlendirilip doğurduğu çocuğu büyütmesi beklenen memleket. Şimdilerde böyle düşünen şükür ki kalmadı ya, bunu da akan suyun güzelliği, ötüşen kuşlardan işitilen sesler yapmadı elbet, önce toprağa verdiğim annem yaptı. Nur yüzüyle yalnız üstüne değil altına da bereket oldu buraların. Kendinden vererek büyüteceği bir can doğurmak için toprağa giren anneme içten bir koşup sarılmam nasip olmadı ama, sevilen kulmuş, kendi gibi birini bırakmış ardında. Anneler zaten kıymetlidir de, kıymet kelimesi insan olsa benim annem olurdu zannımca. Zira bana yaptığı analığı ancak doğuran annem hayatta olsa o yapabilirdi.

 Çocukken büluğ çağına gireceğim zamanlar, liseye yazdırılacak yaşa geldim diye babama türlü nasihatler gelirdi. Falancanın oğlu askerden gelmişmiş, berikinin yeğeni işini düzene oturtmuşmuş. Babam istemezdi kimseyi, ‘’Benim kızım okusun.’’ derdi. Akranlarımı geriden takip ettiğimden ufak tefek bir çocuktum. Sanırdım ki ana sütünü mezarlıktaki ağaçlara kaptırdığımdan boyum kısa kaldı. Öyle ya, anamın ak sütü yattığı yerin yanındaki kavak ağacına yaramasa nasıl uzayacaktı o kadar boyu? Ama babamın neden okusun dediğini aklım ermeye başlayınca anladım, kavak ağacı annem olmadan da uzayabilirmiş. Ben hala içten içe kavaklara bakınca anneme sarılırmış gibi hissederim ama artık bilirim o olmadığını. Sonra aklımın erdiği günlerden birinde yaslandığım dağ yıkıldı, onu da kavak ağacının yanına gömdüler. Hiç dağ gömülür mü demeyin, ben de bilmezdim de insan büyüyünce neler öğreniyor neler. Hiçbiri de öyle okuldaki gibi hazırlanıp girdiğimiz imtihanlara benzemiyor, sahici imtihanlar bunlar esasında. Ben bu yüzden iyi bir öğrenciydim her halde. Öyle olmasam amcamlar okuldan almaya geldiklerinde öğretmenlerim diretmezlerdi. ‘’Aman Hasan Efendi, bırakın okusun. Öyle iyi bir talebe, inanın istikbali parlak.’’ O güne kadar hakkımda duyduğum en güzel cümlelerdi. Sevgisini diline döken insanlar olamadığımızdan babam ‘’Okusun.’’ dediğinde kimseye layık olmadığımdan öyle dediğini düşünürdüm. Cehalet işte, normal bir çocuk da anlamaz mı söylenenin altında yatanı yoksa benim mi kafam çocukken hiç basmazdı bilemedim. Nihayetinde amcamın dediği oldu, ‘’Yetsin bu kadar mektep.’’ Yetmedi aslında ya yetse neye yarar? Hem para kazanmayanı insan yerine koymayıp hem para kazanmayayım diye uğraşan biriydi amcam. Evde yaptığımız işi görmez, sofraya koyduğu fazladan tabağın hesabını tutardı. ‘Anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdi’ derler ya, öyle biriydi. Hatırladıkça gülerim, ben anamdan süt ememedim ya, güldürür beni böyle düşünmek. Annem hayatta olsaydı da bir kardeşim olsaydı babamla amcam kadar farklı olur muyduk merak ederim hala. Bir gün yenilip sormuştum da hakikaten, ‘’Aynı rahimde büyüdün, aynı memeden emdin, aynı kollar salladı da seni neden bu kadar başka biri oldun amca?’’ Cevabını işiterek aldığım bir soru değildi tabii. Kendisinin oğulları olmasına verirdim acımasızlığını, kız çocuğu büyütse daha özenirdi, babam gibi. Kızı olmayan başka bir anne bulmuş bir gün. ‘’Gelin gideceksin.’’ dedi. Oysa annem ‘’Benim kız evladına hasretim bitiyor.’’ demişti. Sevginin söyleyerek de gösterildiğini öğrendiğim gündü o gün. Sonra yeniden bir annenin evladı oldum nihayet. Başta baba yok, sersefil halde bir ana bir oğul bir de ben. Hakikaten benim kimseye layık olmadığımı düşünen biri vardı ya, o da amcamdı işte. Barınamadık daha da, göçtük başkalarının memleketine. Sonra benim için orası da memleket oldu. Çocukluğumu, gençliğimi, talebeliğimi, işçiliğimi sığdırdım ikinci memleketime. Evli barklı kadın demedi annem, bulaşık yıkarken camdan izlediğim çocuklarla oynamaya yolladı beni. Onlar gibi ip atlayamazdım ben gerçi, yine de yırtılan elbiselerine yama yapardım, yemek yapardım, kopan oyuncaklarını onarırdım. Onlar da benim eksik yanlarıma yama yaptı. Büyüdükçe oyun oynamayı bıraktık, her gün öğretmenlerinden ne duydularsa bir bir anlatırlardı bana. Ödev diye verdikleri kitapları ödünç verirlerdi, sabaha kadar okur geri götürürdüm zorda kalmasınlar diye. Bir de güzeldi o kitaplar. Annem hevesimi gördüğünden mi bilmem bir gün elinde ufak bir kağıtla çıkageldi. ‘’Seni bir daha okula yazdırmaya gidiyoz, hadi kalk. Fotoğraf mı ne lazımmış, ben aklımda tutamadım da Ali’ye yazdırdım, te burada. Halledelim şunları kitaplarını da alırız. Ali para bıraktıydı, yetmezse isteriz dahasını akşam.’’

‘’Ne okulu ana? Küçük çocuklarla nasıl gideyim ben? Üst baş nasıl buluruz?’’

‘’Öyle gidilmeli okul değilmiş bu, evde okuyacaksın imtihanları okulda vereceksin.’’ O zamana kadar duymadım hiç açıktan okul bitirmek, nereden bileyim. Hoş, kızların okulu bitirmesi duyulmuş şey değil ya bizim oralarda, neyse. Gidip yazıldım o gün okula. Anam kendisi okuma yazma bilmemenin eksikliğini çeker, Ali babasından sonra ev geçindirmek için çalışmış yarım bırakmak zorunda kaldığı okulun hasretini çeker, ben babamın isteğini yerine getirememenin hasretini çeker dururken oldu okul işi. Sağ olsun oyun arkadaşlarım da yardım etti bana liseyi bitirdim. Bir gün akşam yemeği yerken Ali söze girdi, ‘’Bak, biz okuyamadık bilirsin. Sen okulunu bitirdin. Şimdi sınavlara girersen daha da okuyabilirmişsin. Kolay değilmiş ama yaparım dersen, yani eğer istersen ben seni okuturum. Buradaki arkadaşların okumaya başka memleketlere gitti, senin de onlardan kalır yanın yok benim gözümde. Yanlış anlama, ben eve ekmek getirmeye gücüm yettiğince varım ama gönlün kalmasın. Burada böyle bunu yapamayan bir senmişsin gibi hissetme. İstersen gir imtihanlarına hakkında hayırlısı neyse onun için dua edelim.’’ Babamdan sonra en çok ağladığım günü sorsalar o gündü işte. Kimin hayır duasını aldıysam bana Ali gibi koca, annem gibi ana nasip etti. Ben de okudum. Okuma yazmayı bilmeyen anam için okudum, toprağın altından bana gönül koymasın babam diye okudum, Ali’nin eksik sandığı yerleri tamamlansın diye okudum, akranlarımla gidemediğim zamanların acısını çıkarırcasına okudum. Uzun uzun okudum, üstüne doktor çıktım. Elim iki kuruş para görmeye başlayınca rahatladık. Bu sefer de ben Ali’ye ısrar ettim yarım bıraktığı işi tamamlasın diye. Yeni okula başlayan çocuk heyecanıyla yazdırdık onu da. Buralarda okumak isteyene böyle kapılar açık da benim memleketimdeki çocukların günahı ne diye düşünüp dururdum. Burası benim memleketim olmadığından değil, beni yetiştirmiş okulların olduğu, bize ekmek parası vermiş yere başka türlü diyemem de zaten, ne var ki burada doğmayan çocukların da günahsızlığı unutturmaz kendini. Ali de öğretmen çıkınca duramadık daha, döndük. Ama ne dönmek, yarım diye bakılan Ali hem okumuş hem okutmuş. Cahil bilinen anam arkasına katmış iki okumuşu, görmüş geçirmişliğiyle açmış evini. Sabah evden hem kadın çıkar hem erkek, görülmüş iş değil. Gel zaman git zaman erkekler, kadınlar hastalanınca başka doktordansa bana getirmeye başladılar. ‘’Sen de bir şey yapabilir misin bilmem ya, bak bari.’’

‘’Bakarım elbet, bakmak için buradayım ya.’’ Zaten burada kadınların bakmadığı bir birbirimiz vardık. Eve bakan, çocuğa bakan, kocasına bakan, ana babasına bakan, varsa hayvanına ekip biçtiğine bakan kadın bir sıra gelmiyor ki kendine baksın. Onlara da ben bakarım. Kimde ne yara var kapatırım. Kimde ne hastalık var iyileştiririm. Dermansız dert vermesin, elimden geldiğini ardıma koymam. Anam derdi, ‘’A yavrum, burada kadınları ne kadar doktora götürürler de sen onların doktoru oldun?’’ Bilirdim işte, bizim kadınların yalnızlığını çoktandır bilirdim de ondan kadın doktoru oldum. Yalnız onlar mı? Daha karınlarında sakladıkları bebelerin de. Ufacık çocuklar elimize doğardı, anasından babasından ilk istediğim söz olurdu, ‘’Gönlü varsa okutacaksınız, ant olsun mu?’’ Hepsinden de aldım çok şükür sözü. Büyüsün, yediği içtiği kan olsun, can olsun diye gözünün içine baktığımız o bebeleri ilim öğrensin diye Ali okuturdu. Onun söylediği tüm iyi şeylere rağmen hala bana can emanet etmeyen insanımın muhtaç kalınca geldiği son kapı olsam da gel zaman git zaman güvenlerini kazandım. Bu işi becerebildiğimi gösterdim. Gencecik yaşta anam gibi nice kadınlar ölmesin diye uğraştım. Ne çok isterdim kendi anamı da kurtarmayı. Ama gamlanmam, başka çocuklar da anasız kalmasın diye yazıldıysa kaderim böyle, neden isyan edeyim? Nicelerin dört gözden eksik kalmadığı memleketimde benden ala doktor çıkacak kimler var kimler. Çocuğun çocuk, gencin genç olduğu memleket oldu buralar da. Daha da sevinç, kıvanç duyulacak şey aramam. Aramam aramasına da, sevincin kıymetini bildiren hayat üzüntüyü unuttur mu? Eline can emanet edilecek insan olsan da ömür bitince yaşatamazsın işte. Tanıdıktan sonra bana her şeyin en iyisini yaşatan anamın da toprak olduğu gün anladım memleket ne demek. Yerin yurdun ne demek, kim demek anladım. Yüreğinde kavaklardan orman büyüten anamı da gömünce birine memleket olabilmeyi anladım. Kendi çocuğuma, çocukluğuma, çocuklara ve ardında bıraktığı nicelerinin ciğerine dolan havayı kim verir sanırdım? Kökleri, bereketli yüreği olan onca anaya değen ağaç veriyorsa bize havayı, yeni doğan bebeyi bu ağlatırdı işte. Anasının karnından yeni ayrılan bebe, senin ciğerine can olan havayı öyle çek ki içine, bir kez daha sen yaşa diye can versinler toprağa. Öyle güzel yaşa ki, güldükçe hışırdayan yaprak değsin sana nefes olanlara. Öyle içten oku ki, sığındığın gölgeye güneşten çok ışık saç. Öyle güzel gül ki, sular çağlasın kahkahalarına. Öyle içten ağla ki, toprağı beslesin gözyaşların. Ve öyle güzel bitir ki ömrünü, senden sonraki herkes de aynı güzellikte yaşayabilsin. Ben işte böyle güzel insanlarla çevrelendim yaşamımda. Gönül isterdi ya anamla beraber el açalım yine, şimdi hem bana yaptığı analık için açacağım elimi hem de büyüttüğü kavaklara can suyu dökmek için.