SEVELİM SEVİLELİM

  • Yazar: ŞEVVAL KÖSE

  • Rumuz: SEVVALKOSE

  • Okulu: BİGA ATATÜRK ANADOLU LİSESİ

  • E-mail: sevval13072007@gmail.com

Konu

Yardımsever olmanın önemi

Tab Article

      Oturma odasının penceresinin kıyısında otururken düşünüyorum. Dışarıya doğru bakıyordum ama hiçbir şey çekmiyor ilgimi. Göz alan o güneş sanki aydınlatmıyor etrafı. Karanlığın içine gömülmüşüz gibi. Hava ılıktı ama doğanın sesini duyamıyorum.

     Haber kanalı açıktı karşımda ve rahatsız ediyordu televizyonun sesi. Haberleri de sevmem genelde, iç karartıcı bulurum. Zaten televizyon izlememe de pek izin verilmez.

     Kendimden bahsetmedim hiç. Yaşım yakında 15 olacak. Piyano çalmayı çok seviyorum ve her gün en az 1 saatimi bunun için ayırıyorum. Resim yapmayı da seviyorum aslında ama fotoğraf çekmek daha eğlenceli benim için. Şimdi ismimi söylememem garip gelmiş olabilir ama isimlere fazla anlam yükleniyor bence.

     “Hadi, geç kalmamalısın okula! Her zaman gideceğin yere zamanında varmalısın, biraz daha acele et lütfen” Bu, babam. Kendisi büyük bir şirkette üst düzey yönetici. Bu yüzden herkes ona saygı duyar. Bu denli mal varlığına sahip olmamızda emeği yok sayılamaz. Evimizi koruyan korumalarımız bile var.

     “Tamam, kalkar şimdi. Geç de kalmaz, merak etme.” Bu da annemdi. Çok asil ve zarafet sahibi bir kadın. Fakat babamla çok fazla tartışıyorlar çünkü babam iş yerinde yaşadığı problemleri eve de taşır. Her gün bitmek bilmeyen uzlaşmazlıklardan bıktım.

     Okula gitme saatimin geldiğini söyledi o mükemmel(!) korumalarımız. Annem ile sarıldıktan sonra bahçe kapısından da çıkarak lüks arabaya biniyorum. Her sabah benimle sohbet etmeye çalışıyor korumamız ama ben bundan hoşlanmıyorum. Bu yüzden de geçiştirmek maksatlı kısa cevaplar veririm genelde.

     Lüks arabamızdan inip okula doğru ilerliyorum ve sonunda sınıfıma varıyorum. Genelde tek başıma takılırım. En sevdiğim öğretmenim ile dersimiz var. Söylediği tüm cümleler bana çok şey katıyor. Neşeli ve mesleğini sevdiği için yapan biri. Bu yüzden bize de farklı bakış açıları kazandırıyor ve birçok durumda da empati kurmamızı öğütler hep.

     “Daha önce çevrenize ne kadar dikkatli baktınız çocuklar? Kafanızı kaldırıp düşündünüz mü doğayı? Sokakta koşuşturan bu insanlar, hızla geçen arabalar ya da bu tatlı sokak hayvanlarını incelediniz mi? Sizden bunu istiyorum, çevrenizi gözlemleyin. İnceleyin insanları nasıl da aceleciler değil mi? Bir kelebeği seyrettiğinizdeki hissi verebilir mi telefonlarınız? Hiç zaman kaybetmeden gidip onları izleyin çocuklar.” Bunların hepsini öğretmenim söylemişti ve sanki kafamda bir lamba yandı, merak duygusu oluştu. Okul binasından çıkarken öğretmenimin söylediklerini düşünmeye devam ediyordum.

     Peki ya şimdi ne yapacağım? Beni okula getirip götüren korumamız ortalıkta yok henüz. Tek başıma eve gidemem çünkü yaşıma rağmen evin yolunu bilmiyorum. Öğretmenimin sözlerini tekrar düşündüm ve sokağı incelemeye kara verdim. Bu zamana kadar hiç caddelerde tek başıma dolaşmadım bu yüzden benim için çok büyük bir deneyim. Zaten biraz göz attıktan sonra geri dönmemin kimseye zararı dokunmaz.

    Alışkın olmadığım için bu durum biraz beni tedirgin etti açıkçası. Acaba insanlar benim hakkımda ne düşünüyorlar. Bu caddeler hiç tanıdık değildi bana. Bu koşuşturmaca çok yabancı. Bu zamana kadar gördüklerime benzemiyorlar. Çok neşesizdi insanlar, fazlasıyla yorgun gözüküyorlar gözüme.

     Kendimi çok garip hissediyorum. İstediği oyuncak alınmadığı için ağlayan çocuklarla dolu etraf. Bense bu zamana kadar istediğim her şeye sahip oldum. Oyuncaklar, giysiler, hediyeler... Kendimi bildim bileli lüks içindeyim.

     Biraz daha ilerleyince beraber yürüyüş yapan mutlu çiftlerle dolu etraf. Anne ve babalarıyla eğlenen bir sürü çocuk var. Neşenin paylaşmakla ilgisi olmalıydı kesinlikle. Yoksa birbirlerini belki de ilk kez gören insanların bu kadar içten gülebilmesi mümkün değil. Peki ya ben en son ne zaman gerçekten mutlu oldum? Galiba hatırlamıyorum.

     Hava bozulmaya başladı yavaştan da yağmur atıyor. Herkes yağmurdan kaçışıyor ama ben çok memnunum halimden. Ama yağmurun şiddeti birden artınca bulduğum ilk üstü kapalı yere sığındım. O an fark ettim geri dönemeyeceğimi.

     Şimdi ne yapacağım? Evet, gerçek hayatı az da olsa gözlemleyebildim hem yorgun hem de mutlu insanlar gördüm. Hava iyice kararmaya yelteniyor. Nasıl döneceğim geri? Üşümeye başlıyorum. Acilen okula ya da eve dönmenin bir yolunu bulmam gerekiyor. Çözüm yolu arıyorum ama aklıma hiçbir şey gelmiyor. Bizimkilere göre adresimizi bilmeme gerek olmadığı için şu an geri dönemiyorum.

     Gelen ilk otobüse bindim. Bulduğum ilk yere oturdum. İlk otobüs deneyimim. Gözlerimi açık tutmak gittikçe zorlaşıyor. Birinin konuşmasıyla fırladım. Uyuyakalmışım. Ve şu an nerede olduğum hakkında hiçbir fikrim yok. Ama otobüsten inmek zorundayım.

     Etrafı inceliyorum ama ne yapacağımı bilmemekte ısrarcıyım. Olduğum yerde kalmaktansa bir şekilde ilerlemek daha mantıklı. Gözüme bir tabela çarptı o sırada ama okunmuyor. Ben de bunu işaret olarak aldım ve o yoldan ilerlemeye kara verdim.

     Etrafta hiç yerleşim yeri gözükmüyor. İnsanlar koşuşturmuyor. Burada sabahlamam       gerekebilirdi. Bu beni ürkütüyor. Hava tamamen karardı ve buz kesti. Bir şeyler yapmalıyım en azından sığınabileceğim bir alan lazım. Biraz daha ilerledim.

     Burada bir sürü fabrika var. Rüzgâr gittikçe şiddetleniyor. Fabrikaya doğru yaklaşınca etrafında insanları fark ettim. Bu saatte burada olmaları beni şaşırttı. Ateş yakmışlar galiba ısınmaya çalışıyorlar. Ama bunlar benden daha küçük yaşta. Her yerleri kir pas içinde çocukları. Çocukların hepsi fazlasıysa zayıf. Erkek sayısı, kızlara göre daha fazla. Fabrika olduğundan dolayıdır herhalde. Birbirleriyle sohbet ederek gayet güzel vakit geçiriyorlardı.

     Benim geldiğimi sonradan fark ettiler. Benim onları süzdüğüm gibi onlar da dikkatle beni süzdüler ve benim onlara şaşırdığım gibi onlar da bana şaşırdı. Sonra fısıldaşmaya başladılar. İstediğim tek şey beni yanlarına çağırıp ısınmama izin vermeleri.

     Bana doğru yaklaşmaya başladılar. Bu beni ürkütüyor. Onlar yaklaştıkça ben geri geri adım almaya başladım. Fabrikanın duvarına çarpana kadar sürdü bu durum. Kendimi çaresiz ve korkmuş hissediyorum.

     Arkadan bir ses geldi “Geri durun!” dedi birisi. Bu kişinin sözünü dinleyerek memnun olmamış bir şekilde geri çekildiler. Karşıma gelen kişi çok zayıf bir kız.

     İyi olup olmadığımı ve burada ne aradığımı sordu. Tek söylediğim kelime bilmiyorum oldu o anda. Sonra kız evimin nerede olduğunu sordu. Ben de lafı ağzımda çevirip bilmediğimi aktardım. Nasıl geldiğimi sorunca otobüsle geldiğimi belirttim. Ve bana içten bir gülümseme sundu.

     Bana isminin Dolunay olduğunu söyledi. Gerçekten çok güzel bir isimdi. Bu saatte geri dönmek için otobüs bulmamın çok zor olduğunu söyledi. Ve o sırada ailemin beni merak edeceği kafama dank etti. Israrla bir şekilde dönemez miyim sorusunu yönelttim çünkü hem beni çok merak etmişlerdir hem de yaptığım bu davranıştan dolayı bana kızmışlardır.

     Benim cümlelerimden sonra daha sert bir yüz ifadesi takındı. Bana nasıl yardım edeceğini bilmiyor ama bir şeyler yapmak istiyordu sanki. O sırada benim soğuktan donmak üzere olduğumu ve çok üşüdüğümü fark etti. Önce kendi evine gitmek için davet etti ardından da beni kendi evime götüreceğini söyledi. Onu takip ediyorum. Gerçekten büyük bir hayranlık duyuyorum ona karşı. Çok fazla arkadaşı olmayan ben için çok önemli bir durum bu.

     Burada konteynere benzer ama çok eski olan evler var. Bu sırada benim aklımda bir sürü sorular uçuşuyor. Niye bu kadar zayıflar çok merak ediyorum. O konteynerlerin içinden muhteşem kahkahalar yükseliyor her geçen dakika. İnsanlar birbirleriyle inanılmaz derece mutlu gözükerek muhabbete dalmışlar.

     Biraz daha yürüdükten sonra Dolunay durdu. Ve geldiğimizi belirten bir cümle kurdu. İçeri girdik ama ben biraz çekindim. Çünkü onlara bakınca benim giyimim fazla lüks ve şatafatlı kalıyor. Beni fark edince fabrikadakiler gibi onlarda şaşırıp birden sohbetlerinin bırakarak bana doğru bakmaya koyuldular.

     Dolunay beni arkadaşlarına tanıttı. Yağmurda çok ıslandığımı ve üşüttüğümü de ekleyerek beni kurutmaları gerektiğini anlattı. Üstelik de kayboldu sanırım diye ekledi. Ben de kafamla onu onayladım. Beni ısıttıktan sonra karnımı doyurmaları gerektiğini de anlattı.

     Beni hiç yabancı bilmeden aralarına aldılar. 3 erkek ve 2 kız olarak yaşıyorlardı burada. Aç olup olmadığımı sordular ama görünen o ki kendilerine zor yetiyorlardı. Ben teklifi geri çevirdim ama Dolunay beni cevabıma itiraz ederek arkadaşlarının birinde bana bir şeyler getirmesini rica etti. Arkadaşı çorba ile bana geri döndü. İkramı geri çevirmek doğru olmadığı ve zaten kurt gibi acıktığım için tekrar geri çevirmedim.

     Çok teşekkür ettiğimi söyledim. Ve beni eve götürüp götüremeyeceği sorusunu yineledim. Ne zaman istersem gidebileceğimizi söyledi. Ben de ailemin daha fazla merak etmemesini istediğimi anlattım. Tekrar teşekkür ettim ve konteynerden dışarı çıktık. Ortamdaki samimiyet çok güzeldi. Belki de hayatım boyunca bu kadar samimi ortamlarda bulunmamıştım hatta belki değil kesinlikle böyle.

     Yolculuk boyunca Dolunay’ın sorduğu sorulara kısa cevaplar, her zaman olduğu gibi, vermeye çalıştım. O an fark ettim bana ilk andan gülümseyen bir Dolunay ve ona karşı soğuk davranan bir ben var. O yüzden benim de bir şeyler sormam gerekiyor.

     Fabrikanın önünde gördüğüm çocukları merak ediyorum aslında. Sonunda cesaretimim toplayarak bu sordum. Dolunay tüm çocukların fabrika işçisi olduğunu söylediği an şaşırıp kaldım. Okula gitmiyorlar mı yani? Bu çok garip bir durum ve hiç adil değil. Her çocuk okula gidebilmeli eğlenebilmeli ancak bu çocukların o hakları ellerinden alınmış. Bu durumda Dolunay da o fabrika da işçiydi. Tüm alışmak zorunda kalan çocuklar için çok üzülüyorum. Ben dilediğimce eğlenirken o çocukların çalışmak zorunda olmasına hala anlam veremiyorum.

     Sonunda geldik. Dolunay yolum bir daha o tarafa düşerse mutlaka beklediğini hatırlattı ve arabadan indim. Bana “Yeniden görüşmek üzere.” dedi. Bu bir davet miydi acaba yoksa öylesine söylenmiş bir cümle mi?

     Bugün Dolunay ile karşılaşmasaydım evin yolunu doğrultamazdım. Evdekilere Dolunay ile ilgili hiçbir şey anlatmayacağım. Çünkü babam beni kaçırdıklarını, bana zarar vermeyi amaçladıklarının düşünebilirdi.

     Korumalardan biri beni fark ederek yanıma geldi. Etrafımı sarmışlardı adeta. Kendimi çok bitkin hissediyorum. Kendimi hemen yatağa atıp uyumak istiyorum. Tabii ki babamdan bir ses yükseldi. “Yaptığın şey tam olarak kendini bilmezlik. Seni zaten okuldan alan insanlar varken sadece beklemen gerekiyor.” O sırada annem daldı söze “Bunu konuşmanın zamanı şu an değil.”

     “Kendi başıma dönmek istedim, çevremi gözlemlemek istedim. Her gün tek başına evine dönen bir sürü öğrenci var.” Sanırım bu sözleri babamı daha fazla sinirlendiriyor. “O çocukların hiçbirinin senin gibi özel şoförü yok!” dedi babam. “Bu konuda okulun da büyük suçu var, yarın gidip konuşacağım.” Annem tekrar çıkışarak eve daha yeni geldiğimi ve beni dinlemeleri gerektiğini hatırlattı babama.

     Kaybolduğumu söyleyebildim o an. Utanç verici bir şekilde bana alkış tutuyor babam. Sonra otobüse bindiğimi anlattım ve babama sitem ederek evimizin adresini bilmediğim için kaybolduğumu vurguladım. Geri döndüğüme mutlu olmaları gerekirken babamı bu tavırları beni hem üzüyor hem de sinirlendiriyordu. “Bu kadar yeter! Artık odana çık!” diye bir aslan gibi kükredi.

     2 hafta boyunca okula gitmeye devam ettim. Ama bugün okul çıkışı Dolunay’ı görmeye gideceğim. Okuldan çıktım ve otobüse bindim. Yine fabrikanın oradaki durakta indin ve Dolunay’ın evine giden yolu takip ettim.

     Bu sefer kapı eşiğine geldiğimde garip bir durum söz konusuydu. Kimse gülmüyordu. O şen şakrak olan herkes hüzün kaplıydı yerde ise Dolunay yatıyordu. “Hoş geldin arkadaşım.” dedi aynı zamanda doğrulurken yattığı yerden. Zayıf olan bedeni daha da yorgun ve ince gözüküyordu. Dudaklarımda dökülen ilk kelime “Hastalandın mı?” oldu. Hüzünlü bir tavırla başını salladı. Arkadaşları benim davetsiz misafirliğimden rahatsız olmuş gibi gözüküyorlardı.

     “Biz kimseden para istemiyoruz.” dedi Dolunayın arkadaşlarından olan biri. Ne demeye çalıştığına anlam veremiyorum. “Ne demeye çalıştığını anlamadım.” sözcükleri çıkıverdi dudaklarımdan. “Baban buraya adamlarını göndererek bizi tehdit etti. Herkes çok korktu.” dediler. Ama babam burayı nasıl öğrenmiş olabilirdi? “Bir de utanmadan para teklif ediyorlar.” şeklinde de devam ettiler. Arkadaşlarından biri hıçkırarak ağlamaya başladı. Bu durum beni çok üzdü çünkü tüm sorumlu benim aslında. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece özür dilemek geliyor elimden. “Çok çok özür dilerim ne diyeceğimi bilemiyorum.”

     Gel arkadaş, biraz konuşalım.” dedi Dolunay. Dışarı çıktık ve biraz ilerledik. Nasıl olduğumu sordu ama ben cevap veremedim o an. Sonra ciddi bir hastalık olup olmadığını sordum ve devam ettim. “Ölecek misin?” cevabını almaktan çok korkuyorum bu sorunun. “Hepimiz öleceğiz ama hep arkadaş kalacağız.” dedi. Ben kahroluyorum o ise mutlu. Biraz daha sohbet ettik ve ben oradan ayrıldım.

     Babam işten döner dönmez çemkirdim ona her şeyin para sevdası yüzünden olduğunu söyledim. Neden bahsettiğimi sordu. “Arkadaşım hasta ve maddi durumları olmadığı için hastaneye gidemiyor. O paralarında azıcık miktarını onun sağlığı için ayırabilirsin!” Babam sessiz kaldı. Evden hızla ayrıldım.

     Tekrar otobüse binip doğruca fabrikanın oraya gittim ve gördüğüm ilk ağacın yanına gidip oturdum. O sırada hiç beklemediğim bir ses söyledi ismimi, babam. Bu durum beni çok şaşırttı. Anlatmaya başladı babam. “Benim hiç oyuncağım olmadı, konserve kutuları ile oyun oynayan bir çocuktum ben. Büyümeye başladığım zaman kendime bir söz verdim, benim çocuğum her istediğine sahip olabilmeliydi. İstediğin her şeyi satın alabiliyorsun ama ben bir şeyi atlamışım sevgi parayla satın alınamıyor. Fark etmeden kendimden uzaklaştırmışım seni.” dedi babam. Evet, dedim çekingen bir ses tonuyla. Babam arkadaşıma yaptıkları için özür diledi. Hemen arkadaşımı hastaneye götürebileceğimizi söyledi. “Hadi! Ne bekliyoruz o halde.”

     İlk baş içeri babamla girince biraz çemkirdiler ama herkes için en önemlisin Dolunay’ın sağlığı. O yüzden hemen Dolunay’ı alıp hastaneye yetiştirdik. Belli bir süre tedavisi devam etti. Artık her istediğim zaman onu ziyarete gidebiliyordum. İyileşince o da bize gelecek inanıyorum. Babam artık bu duruma bir şey demiyor.

     Ömür boyu süreceğine inandığım bir dost kazandım ve çok şanslıydım. Dolunay’ı çok seviyorum. Ne demiş Yunus Emre “Sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz.”. Bu sözü hiç unutmayalım hayatımızı buna göre yaşayalım.