Hayat Düğümlendiği Yerden Başlar

  • Yazar: Müesser Berra Konak

  • Rumuz: Muesserberra1234

  • Okulu: Çan fen lisesi

  • E-mail: muesserberrakonak@gmail.com

Konu

Daha 16 yaşında olan Hasan, anne ve babasının ölümüyle sarsılır ve hayatının darmadağın olduğunu düşünür. Ama hayat onun için yeni başlıyordur. Karşısına kendi kadar iyi kalpli insanlar çıkar. Ne yazık ki bir gün onlar da hayalleri gibi yitip gider hayatından. Tam hayatının tekrar alt üst olduğunu düşündüğü anda aslında hayat onun için yeniden başlar. Karşısına çıkan yabancı hayatının tam merkezine oturur.

Tab Article


   







                                                                       UFKUN GÜNEŞİ


                                                           
























                                          HAYAT DÜĞÜMLENDİĞİ YERDEN BAŞLAR
     Hasan, on altı yaşında çok anlayışlı ve akıllı bir çocuktu. Sivas’ın Şarkışla ilçesinde ailesiyle beraber mutlu mesut bir yaşam sürmekteydi. Her sabah heyecanla okula gider, akşam anne babasıyla birlikte vakit geçirirdi. Yaklaşık iki ay sonra on yedi yaşına girecekti. Çok renkli bir hayatı vardı. Bir hafta sonu, annesi ve babası evden işe gitmek için hazırlanıyordu. Evde her zamanki gibi derin bir huzur hakimdi. Hasan, annesine,
   -Anne, doğum günümde bana ne alacaksınız? diye sordu. Annesi,
   -Benim akıllı oğlum ne isterse onu, dedi. O sırada babası odaya girdi:
   -Evet, artık gitme vakti. Haydi bakalım, dedi ve evden ayrıldılar. Yarım saat sonra Hasan’a bir telefon geldi. Telefondaki yabancı,
   -Merhaba, kiminle görüşüyorum? dedi. Hasan,
   -Ben Hasan, siz kimsiniz? diye sordu korkuyla.
   -Hasancığım, sakin ol çünkü sana önemli bir şey söylemem gerekiyor.
   -Nedir o? dedi ve anne babasının trafik kazası haberini aldı. Hasan, bunu duyar duymaz olduğu yere yığılıp kaldı. Birkaç gün kendine gelemedi. Evin içinde sürekli anne babasının hayalini görüyordu. Ağlamaktan göz pınarlarında yaş kalmadı. Yine bir gün kendi kendine,
   -Ben şimdi ne yapacağım? diye söylenip dururken kapı çaldı ve ev sahibi geldi. Hasan kapıyı açtı. Ev sahibi,
   -Oğlum seninle bir şey konuşacaktım. Vaktin var mı biraz? dedi.
   -…
   -Biliyorsun zaten zar zor geçiniyorum. Tek gelirim bu ev. Seni de zorlamak istemiyorum ama evi bir başkasına kiraladım. Üzülerek söylüyorum bunu fakat evi boşaltman gerekiyor, dedi.
   -…
   Hasan cevap veremedi. Yüzünde şaşkınlıkla karışık bir korku seziliyordu. Kafasını aşağı yukarı sallamakla yetindi sadece. Sonra kapıyı kapattı, sırtını kapıya yaslayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
     Ailesinin ölümünün ardından bir hafta geçmişti. Hasan’ın ruh hali o kadar kötüydü ki konuşmakta bile zorluk çekiyordu, yemeden içmeden kesilmişti. Evden gitmesi gerekiyordu. Hiçbir akrabası onu yanına almıyordu. Öylece ortada kalmıştı. Zaten bu evde kaldıkça hep anne babasını hatırlıyor ve gözyaşları ardı ardına akıp bir sel gibi darmadağın ediyordu hayatını. Bu yüzden buralardan gitmeye karar verdi. Yanına birkaç giysi aldı ve hiç bilmediği bir yere gitmek için bir otobüse bindi. Cebinde sadece 30 TL vardı. Bu para, annesinin ona verdiği son harçlıktı. Bu para, ancak otobüs parasını karşılardı. Bir iş bulup çalışması gerektiğinin farkına vardı. Ama daha önce hiç çalışmamıştı, deneyimi yoktu. Bu, fazlasıyla gözünü korkutuyordu.
      İki saat süren bir yolculuktan sonra Divriği’ye gelmişti. Otobüsten indi ve yabancısı olduğu bu ilçenin sokaklarında dolaşmaya başladı. Önce bir lokanta gördü ve içeri girdi. Hasan; orada çalışan adama,
   -Merhaba amca, şey… Benim bir işe ihtiyacım var da burada çalışabilir miyim? diye sordu. Adam ise kaba bir tavırla,
   -Yahu; bugün de bütün deliler beni buluyor, var git işine çocuk! Dedi ve Hasan’a bağırmaya başladı. Hasan, çok korktu ve gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Hemen oradan çıktı , birkaç yere daha sordu. Kimisi bir çocuğu çalıştıramayacağını kimisi ise bir çalışana ihtiyacı olmadığını söyledi. En sonunda kaldırıma oturup hüngür hüngür ağlamaya başladı. O sırada yanlarından geçen iki kişinin konuşmasına kulak misafiri oldu. Birisi, diğerine,
   -İki ay daha çalışırsam bana yetecek kadar para kazanırım sonra da Almanya’ya dedemin mezarını ziyaret ederim, dedi. Hasan, bu işin ne olduğunu hiç sorgulamadan son çare olarak onları takip etmeye başladı. Biraz sonra bir maden ocağına geldiler. Hasan, kendisinin burada da çalışamayacağını düşündü ve tam arkasını dönüp gidecekken bir çocuğun çalıştığını gördü, çok şaşırdı. Yanına gitti ve onunla sohbet etmeye başladı. Çocuğun adının Mustafa olduğunu , daha bebekken yetimhaneye terk edildiğini ve iki yıldır burada çalıştığını öğrendi. Bunun üzerine Hasan; ona,
   -Başından geçenlere çok üzüldüm Mustafa, biliyor musun ben de daha geçen gün anne ve babamı kaybettim, dedi. Mustafa,
   -Ne! Gerçekten mi? dedi şaşkınlığını gizleyemeyerek.
   -Evet, aslında ben Şarkışla’da oturuyordum ama ailemi bir kazada kaybettim bu yüzden de buraya geldim. Artık onlar olmadan yaşamayı öğrenmem gerekiyor sanırım, bana yardımcı olur musun? diye sordu. Gözleri buğulanan Mustafa,
   -Hasan, çok üzüldüm gerçekten. Elimden geldiği kadar sana yardım etmeye çalışacağım. Şimdi ben Osman amcayı çağıracağım senin durumunu anlatırız, o da senin işe alınmanı sağlayabilir. O; çok iyi bir insan, hep bana yardımcı olur. Tanısan sen de seversin. Hemen geliyorum, dedi ve çok geçmeden yanında yaşlı bir adamla geldi. Mustafa; sevinçle Hasan’a,
   -Artık burada benimle birlikte çalışabilirsin; Osman amca halleder demiştim sana , dedi. Hasan,
   -Çok teşekkür ederim; ne diyeceğimi bilemiyorum; beni çok mutlu ettiniz, dedi utangaç bir tavırla. Osman amca,
   -Başına gelenlere çok üzüldüm yavrum, biliyorsun ki burada size ağır işler vermiyoruz çünkü çalışmanız yanlış ama madem ki bu kadar ihtiyacın var istediğin kadar kal. Mustafa da senin yaşındayken gelmişti buraya, o gün bu gündür burada. Bir sıkıntın olursa beni bul tamam mı?
   -Tamam amca ,dedi Hasan ve Mustafa’ya yardım etmeye başladı. Sonra aklına nerede kalacağı geldi ve utana sıkıla Mustafa’ya,
   -Mustafa, benim bir sorunum daha var, ben nerede kalacağım? diye sordu. Mustafa,
   -Merak etme, ben onu çoktan düşündüm. Ben şu ileride bir depoda kalıyorum. Sen de istersen orada benimle kalabilirsin, dedi. Hasan, buna çok mutlu oldu ve teklifi kabul etti. Böylece bu sorun da çözülmüş oldu.
      Aradan birkaç gün geçti. Her şey yolunda gidiyordu. Ama bir gün kötü bir olay yaşandı. Patronun sağ kolu, hırsızlık yapmaya çalışıyordu. O sırada oradan geçen Hasan onu gördü ve avazı çıktığı kadar bağırarak kalabalığı etrafına toplamaya çalıştı. Bunun üzerine adam hemen oradan uzaklaştı. Hasan, etrafına toplananlara olanı anlatırken patronun sağ kolu yanlarına geldi ve hiçbir şey olmamış gibi,
   -Ne! Ben mi yapmışım. Düpedüz yalan söylüyor bu çocuk. Bana mı inanıyorsunuz yoksa daha iki gündür tanıdığınız şu çocuğa mı? Dedi. Hasan daha kendini savunamadan yanlarına patron geldi ve o da sağkoluna güvendi, hırsızın Hasan olduğunu düşündü. Bu yüzden onu ve Mustafa’yı işten attı. Osman amca ise o gün izinliydi. Olayı ertesi gün duydu. Çocukları merak etti ve kaldıkları depoya gitti. İçeri girdi ve Hasan’a,
   -Ah be Hasan, neden böyle bir şey yaptın? dedi. Hasan,
   -Ben yapmadım Osman amca, bana inanmıyor musun?
   -Sana elbette inanıyorum fakat neden susmak yerine onu ele vermeye çalıştın?
   -Ne yapsaydım Hasan amca, susup öylece otursa mıydım? Ben böyle biri değilim, çıkarlarım için haksızlığa göz yumamam. Ailem bana böyle öğretti.
   -Haklısın Hasan, sen bana bakma. Şu fani dünyada tek gerçek şey dürüstlük. Asla bu özelliğini kaybetme evladım. Aferin sana! Şimdi ne yapacağınıza gelecek olursak sizleri bir arkadaşıma göndereceğim, adı Kemal. O ve eşi, çok iyi insanlar. Yaklaşık bir yıl önce çocukları bir yangının ortasında kaldı ve öldüler. Yanlış anlamayın ama eğer sizi severlerse kendi çocukları yerine koyabilirler. Hatta sizi evlat edinebilirler. Bana güveniyorsunuz değil mi?
Mustafa hüzünle karışık bir sevinçle,
   -Hem de sonuna kadar güveniyorum, dedi ve devam etti. Ben çok isterim, zaten kimim kimsem yok. Bir tek buradan gideceğime ve senden ayrılacağıma üzülüyorum. Bir yandan da seviniyorum çünkü sonsuza kadar sürecek bir kardeşlik bağı kurmuş olacağım. Hasan,
   -Osman amca, iyi ki varsın. Sen çok iyi bir insansın; ben de çok isterim, dedi. Osman amca,
   -Asıl sizler iyi ki varsınız, dedi acı bir tebessümle.
     Ertesi gün Tokat’ın Yeşilyurt ilçesine giden otobüse bineceklerdi. Gitmeden son kez birbirlerine sarılıp vedalaştılar. Öyle sıkı sarıldılar ki sanki olacakları biliyorlarmış gibi… Aslında fark etmeden çok sağlam bir bağ kurulmuştu bu üçlü arasında. Yürekten hissediyorlardı bu bağı. Bu nedenle her ne kadar araya mesafeler girse de bir nefes kadar yakın kalacaklardı ebediyen.
      Hasan ve Mustafa, Yeşilyurt’a gece saatlerinde geldiler. Kemal Bey, çok içten bir şekilde karşıladı çocukları. Sonra eve gittiler. Kemal Bey’in eşi Nihale Hanım da evde aynı sıcaklıkla yaklaştı çocuklara. Aradan birkaç gün geçti. Okula kayıt yaptırdılar. Ama çocuklara karşı olan tavırları gün geçtikçe değişmeye başladı. Hasan ve Mustafa bundan rahatsız olsalar da Osman amcaya bunu söyleyemediler. Her gün bir önceki günden daha zor geçerken bir hafta sonra tüm memleketi kara bir haber sardı. Divriği Maden Ocağı’nda bir patlama yaşanmış ve hiç kimse sağ kurtulamamıştı. Bu kara haber Hasan ve Mustafa’ya da ulaştı. İlk duyduklarında bu habere inanmadılar. Ama sonra orada çalışan kişileri ve Osman amcayı aradılar ama telefonu açan olmadı. Hasan; Mustafa’ya,
   -Mustafa çok korkuyorum, ya Osman amcaya bir şey olduysa! dedi.
   -Korkma hemen Hasan, hayır dur ağlama.
   -Ama bu hayatta beni düşünen bir tek o kalmıştı. O da giderse ben ne yaparım?
   -Ağlama, beni de ağlatacaksın. Güçlü kalmak zorundayız. Zaten bize kötü davranıyorlar. Eğer Osman amca da bizi böyle yapayalnız bıraktıysa artık hiç iyi davranmazlar. Haydi, gidelim buradan. Divriği’ye gidelim. Hemen şimdi!
   -İyi de ya Osman amca? Gidip de onu bulamazsak eğer ne yapacağız?
   -Bilmiyorum ama daha fazla burada kalmak istemiyorum. Lütfen! diye ısrar etti.
      İkili, sessizce evden ayrılıp bir otobüse bindiler. Divriği’ye geldiklerinde her yer savaş alanı gibiydi. Oradan oraya koşturanlar, siren sesleri, parçalanmış insan cesetleri ve toprağa karışan kanlar… Çok korkmuşlardı. Osman amcanın hayatta olmasını çok istiyorlardı. Ama umutları gittikçe tükeniyordu. Osman amcayı ararlarken bir kadının “Baba!” diye yankılanan haykırışlarını işittiler. Sese doğru gittiklerinde Osman amcayı o kadının kollarında gördüler. Kadına,
   -Osman amca, sizin babanız mı? diye sordular. Kadın konuşmadan sadece kafasını sallayarak onayladı. Delirmiş gibi sürekli “Hepsi benim yüzümden.” deyip duruyordu. Mustafa, kadını sakinleştirmek için onu oradan uzaklaştırdı. Hasan ise olduğu yerde donup kalmıştı. Ne kıpırdıyor ne de nefes alıyordu. Şu son bir ay içinde yaşadıkları geçti buğulu gözlerinin önünden. Bu yaşadıkları onu fazlasıyla yıpratmıştı. Birden soluksuz kaldığını fark edip derin bir nefes aldı. Kafasını çevirdi ve Mustafa’nın ona doğru geldiğini gördü. Ama sanki yaşamıyor gibiydi. Yerde yatanlardan bir farkı yoktu. Mustafa, Hasan’ın yanına gelip onu kadının yanına götürdü. Sonra da yaralılarla ilgilenmeye başladı. Kadın, kendi kendine sürekli bir şeyler sayıklıyordu. Hasan’ın dikkati, bir anda adının geçmesiyle kadına odaklandı. Daha sonra anne babasının adını da duyunca dikkatle dinlemeye başladı. Kadın,
   -Ben… Benim suçum. Özür dilerim. Hasan’ım. Oğlum. Canımın içi… Ben… Ben çok… Ben çok kötü bir insanım. Seni bırakmamalıydım. Ne olur beni affet. Babamın suratına bakamazdım. Seni koruyamadım. Seni bırakmamalıydım. Hasan’ım ne olur bul beni. Çok kötüyüm ben… Çok kötüyüm. Babam da bırakıp gitti beni. Kimsem kalmadı senden başka, diye sayıklıyordu. Hasan, çok anlamasa da kadının bir oğlu olduğunu ve bunu babasından sakladığını ve onu terk ettiğini çıkarabildi. Yarın sabah, kadına bunu sormaya karar verdi. Birden omzunda bir el hissetti, irkildi. Arkasını dönüp baktığında Mustafa’yı gördü. Mustafa,
   - Hasan, duymuyor musun beni? Sana sesleniyorum. Buradan gitmeliyiz. Kendimi çok kötü hissediyorum. Yarın cenazeler defnedilirken tekrar geliriz. Hasan, kadını göstererek,
   - O ne olacak? Az önce çok kötüydü durumu. Onu burada bırakamayız. Osman amcaya minnet borcumuz var.
   -Tamam, bizim önceden kaldığımız depoya gidelim. Sabah konuşur, kendini toparlaması için ne gerekiyorsa yaparız, dedi Mustafa.
      Sabah olunca kadın, biraz toparlamıştı. Hasan’ın gözüne sabaha kadar uyku girmemişti. Yaşadıkları çok ağırdı. Bir türlü kafasını toparlayamıyordu. Kadın Hasan’a,
   -Babam nerede, diye sordu. Hasan,
   -Bilmiyorum ama cenazeler öğle namazından sonra defnedilecekmiş, dedi.
   -…
   - Şey… Ben bir şey sorabilir miyim size, diye sordu Hasan. O sırada Mustafa yeni uyanmış halde yanlarına geldi. Onları dinlemeye başladı. Kadın,
   -Sorabilirsin, dedi.
   -Dün gece siz önce Hasan dediniz, oğlum dediniz. Sonra bir kadın ve bir adamın ismini de söylediniz. Özel değilse ne olduğunu sorabilir miyim?
   -Ah, evet. Aslında özel ama beni düşünüp orada öylece bırakmadığınız için size güveniyorum. Siz iyi çocuklara benziyorsunuz, dedi ve sözlerine devam etti. Yıllar önce yaptığım bir hataydı. Oğlumu ,Hasan’ımı, babamın korkusuyla bir aileye verdim. O isimler, onlar işte. Sonra bu ortaya çıktı ve babam bana darıldı , bir daha benimle hiç konuşmadı. Ne yaptıysam affettiremedim kendimi. Çok pişman oldum. Dün gece de hatırladığım kadarıyla bunu sayıklıyordum, dedi. Hasan gözlerinden akan yaşı gizlemeye çalıştı. Şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. Gözleri Mustafa’ya kaydı ve ona,
   -Ama bu nasıl olur? Benim anne babamın adını söyledi, dedi. Sonra kadına dönerek,
   -Ve benim adım Hasan, dedi. Kadının birden gözleri parladı. Ardından öğle ezanı okunmaya başladı. O sırada Hasan, koşarak uzaklaşmaya başladı. Durmadan ağlıyordu. Biraz ilerledikten sonra Osman amcayı hatırlayıp cenaze namazına katılmaya karar verdi, geri döndü. Cenazeler, namazdan sonra defnedildi. Mustafa, sürekli etrafa bakınıp Hasan’ı arıyordu. Sonunda onu gördü ve yanına gelip ona,
   -Hasan! İyi misin? diye sordu. Cevap alamadı. Sonra tekrar ederek,
   -Hasan, ben o kadınla konuştum. Sanırım o; gerçekten senin annen, Osman amca ise, dedi ama cümleyi tamamlayamadı. Çünkü Hasan boş gözlerle Osman amcanın mezarına bakıyordu. Mustafa devam etti:
   - O da senin… Deden, dedi ve sımsıkı sarıldı arkadaşına. Sonra onu adı Şerife olan o kadının yanına götürdü. Konuşmaları için onları yalnız bıraktı. Bir süre etrafta dolandı, sonra da Osman amcanın daha toprağı kurumamış olan mezarının başına oturdu. Kendisini duyacağını düşünerek mezarın başında “Hayat ne garip değil mi? En çaresiz hissettiğin anda bile sana bir dayanak noktası gösteriyor. Bu yüzden bir karar aldım. Asla yaşamdan ümidimi kesmeyeceğim. Asla!” dedi. Bir saat sonra Hasan ve annesinin yanına geldi ve Hasan’ın kafasını onun kucağında uyurken buldu. Kendi içinden,
   -Biliyordum, dedi ama cümlenin gerisini tamamlayamadı. Boğazı düğümlenmişti mutluluktan. Bir anne oğul kavuşmasına şahit olmuştu şu kısacık ömründe. Aklından şunları geçirdi: Bu hayatta iyi veya kötü ne olmuşsa olsun asla umudunu yitirmemek gerekir çünkü yol boyunca dikenli tellere takılsanız da ucunda bir gül bahçesi olduğunu hayal ederseniz acılara aldırmaz ve başarıdan başarıya koşarsınız. Tıpkı bu hikayede olduğu gibi…