Sevgi Dolu Kalpler

  • Yazar: Rabia Başhan

  • Rumuz: rabis

  • Okulu: Tacettin Aslan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi

  • E-mail: rabis5397@gmail.com

Konu

Yaren'in çalıştığı restorana gelen bir adama siparişini götürmesi ve birlikte derin sohbetlere dalmaları.

Tab Article

 

    Şubat ayının ortalarında olmamıza rağmen İstanbul’da hoş bir bahar havası vardı. Gün batmak üzereyken çalıştığım restorana doğru hızlı adımlarla gidiyordum çünkü geç kalmıştım. Bir yandan da gözlerim her sabah kapımın önüne beslenmek için gelen sevimli yavrucağı arıyordu. Etrafa dikkatlice bakarak ilerliyordum fakat görünürde yoktu. Sevimli yavrucağa ne olduğunu merak ediyor ve kaygılanıyordum. İşe geç kaldığımı düşündükçe içimdeki sıkıntı ve kaygı daha da artıyordu.   

    Nihayet restoranın önüne geldim. Kapının önünde bekleyen görevli arkadaşıma selam verip içeri girdim. Genelde akşam saatlerinden sonra müşterileri çoğalan bir yerdi burası. Sabahları ise zaman zaman özel davetler için rezervasyonlar yapılıyordu. Bunun dışında bu vakitler oldukça sakin geçiyordu. 

    İçeri girdiğimde cam kenarındaki masada oturan, saçları ağarmış, gözlüklü, yetmiş yaşlarındaki bir beyefendinin elindeki kitabı dikkatlice okuması ilgimi çekti. Etrafındaki masalardan gelen gürültüye ve olan bitene aldırış etmiyordu. Belli ki kitap okumayı çok seviyordu. Böyle güzel olaylarla karşılaşmayı özlemiştim. İçimdeki kasvetli duygular biraz olsun dağıldı. Önlüğümü giymek için arka tarafa geçmek üzereyken başgarson ile karşılaştım:  

-Neden geç kaldın? Diye sordu ciddiyetle.  

-Kedim kayboldu onu aramam gerekti, dedim. 

    Başgarsonun yüzündeki ifadeye bakılırsa bu onun için iyi bir mazeret değildi ama doğruydu. Başgarson: 

-Bir daha olmasın, dedi. 

  Ben derin bir nefes alırken devam etti: 

 -Kırk numarada oturan beyefendinin kahvesini sen götür.  

  Restorana girdiğimde dikkatimi ilk çeken, kitap okuyan beyefendiyi göstermişti. Kafamı sallayıp hızla arka tarafa geçtim ve önlüğümü giydim. İçecek bölümünün hazırladığı kahveyi alıp küçük bir tepsiye koydum ve masaya doğru yürüdüm.  

-Buyurun kahveniz, dedim Kahveyi masaya bırakırken mavi gözleri ufak bir gülümsemeyle parlamıştı. Fakat yine de yorgun bakıyordu. Yorgun gözleri yaşanmışlıklarını resmediyor gibiydi.  

-Başka bir isteğiniz var mı? dedim ben de yüzündeki gülümsemenin yansımasıyla 

 Kahvesinden yavaşça bir yudum alıp geri bıraktı: 

-Burada yeni misin?  

 Kafamı sallayıp: 

-Yaklaşık on beş gündür burada çalışıyorum.  

-Burada garson olmak için çok uğraşmış olmalısın, dedi beklemediğim bir şekilde.  

  Tepsiyi iki elimle tutup aşağıya doğru sarkıttım ve düşünceli bir yüz ifadesi ile:  

-Aslında ilk geldiğimde basit bir garsonluk işi diye düşünüyordum ama buradaki çalışanlar basit bir iş olduğunu düşündüğüm garsonluğu oldukça önemsiyor. Müşterilerimize en iyi şekilde hizmet etmemiz için birbirimize yardımcı oluyoruz. Bu ortam benim işime saygı duymamı, işimi sevmemi ve özverili çalışmamı sağlıyor. 

-Kabul görmek zordur. Saygıdeğer biri olmak için, saygınlık kazanmak için çabalaman gerekir, dedi beyefendi.   

 Onun o an neden bana bunları söylediğini anlamadım. Yan masadan gelen sese doğru yöneldim: 

-Hanımefendi, epey oldu siparişimi bekliyorum. İlgilenir misiniz?  

- İlgileniyorum hemen. 

   Beyefendiden izin isteyerek yanından ayrıldım. Anlayışla kafasını salladı ve kitabını okumaya devam etti. Sipariş bekleyen masanın numarasına baktım ve içeri geçtim. Telaşla:  

-On yedi numaranın siparişi hazır mı?  

-Hazır, dedi arkadaş ve hemen elime tepsiyi tutuşturdu. 

İçindeki çorbayı dökmemek için büyük bir çaba göstererek taşıdığım tepsiyi kazasız bir şekilde müşteriye ulaştırdım. İşimi her geçen gün daha iyi yapabilmenin mutluluğunu yaşıyordum ki masadan gelen ses beni üzdü. Bir hayli öfkelenen müşteri: 

-Bir çorba bu kadar geç gelir mi? Benim işim gücüm var, diye söyleniyordu. Tavrı canımı sıkarken sakinliğimi koruyarak:  

-Kusura bakmayın efendim bir daha olmayacak.dedim.  

-Olmazsa iyi olur, diye mırıldanan müşteri yemeğine başladı.  

-Afiyet olsun, diyerek yanından ayrıldım.  

  Acısıyla tatlısıyla  restorandaki bir günümün daha sonuna geldim. Karışık duygular içerisinde ve büyük bir yorgunlukla evime doğru yol aldım. Bizim sokağa yaklaşınca gözlerim yine benim sevimli yavrucağımı arıyordu. Şirin, minik kedicik kim bilir neredeydi?.. 

   Ertesi gün tekrar restorana geldiğimde saçları ağarmış, yorgun bakışlı o beyefendi yine aynı yerindeydi. Çalışan arkadaşıma merak edip sorunca aylardır hep aynı masaya oturup kitap okuduğunu öğrendim. Hastalandığından dolayı son günlerde pek gelmediğini söyledi.  

     Ona yine kahvesini ben gördüm. Yüzündeki gülümseme hiç değişmiyordu. Bana doğru bakarak:  -Dün yaşadığın olay umarım canını çok sıkmadı Yaren, dedi. 

     İsmimle hitap edilmesine alışık olmamanın verdiği şaşkınlıkla:  

-Böyle can sıkıcı olaylarla zaman zaman karşılaşabiliyoruz. Bu sorunlarla baş edebilmeyi de öğreneceğim elbet, dedim.  

      Bu cevabımdan dolayı yüzünde bir memnuniyet ifadesi oluşan beyefendi kitabını okumaya devam etti. Çalıştığım restoran çok gösterişli olmamasına rağmen oldukça nezih bir mekân. Müşterilerimiz de belli bir eğitim seviyesinde son derece kibar, görgülü insanlar fakat bazen insanların karşılaştıkları olumsuz olaylar onların tahammüllerini zorlayabiliyor. Beklemediğimiz kişiler, beklemediğimiz davranışlar sergileyebiliyor.  

      Günler hızla geçiyor aynı zamanda uzuyordu. Akşamüstü o bahar havasını almayı seviyordum. Ilık ılık esen rüzgârın yüzümü, saçlarımı okşaması hoşuma gidiyordu. Mesai saatimin başlamasına daha zaman vardı. Restoranın yakınlarındaki bir sahile geldim. Restoranda yaşadığım olayları, müşterileri, arkadaşlarımı düşündüm. Bu işe iyiden iyiye alışmıştım. En çok da kitap okuyan yaşlı amcanın beyefendi tavırları ve onunla sohbet etmek hoşuma gidiyordu. İnsanın sevgiyle yaşaması gerekiyordu. Küçüklüğümden beri sevginin yanlış olan, kötü giden her şeyi düzeltebileceğine inandım. Kişisel menfaatlerin daha hâkim olduğu bu dünyada samimi sevgiyi bulmak zordu.  

   Restorana girdiğimde yorgun bakışlı beyefendi yine aynı yerinde kitabını okuyordu. Dikkatini dağıtmadan yanından geçip önlüğümü giymeye gittim. İçerden bir ses:  

-Yaren, Müdür Bey odasına iki kahve istiyor. Onları götürebilir misin? Dedi 

-Tabii, diyerek hemen tepsiye kahveleri yerleştirip elime aldım. Ahşap merdivenlerden dikkatlice çıkarak kapıyı çaldım. İçeriden gelen ‘’Gir!’’ sesini duyunca yavaşça kapıyı açarak içeri geçtim. Müdürün masasının önündeki sandalyede bir bey oturuyordu ve bana: 

-Teşekkür ederiz Yaren, dedi ben Müdür Beyin masasına kahveleri bırakırken. Aynı zamanda gözüm masanın üstünde duran kâğıtlara ilişti. Bu sırada Müdür: 

-Yaren Hanım son zamanlardaki en iyi çalışanlarımızdan. Restoranın sahibi ondan çok memnun. 

  Ben şaşkınlık içindeyken Müdür Bey sözüne devam etti:  

-Taylan Bey restoranımızın bağış yaptığı vâkıfın sahibi, dedi.  

-Tanıştığıma memnun oldum Yaren Hanım, dedi Taylan Bey.  

    Benim aklım restoran sahibine takılmıştı. Ben kendisiyle daha önce tanışmamıştım. Benimle ilgili memnuniyetini dile getirmesi garip geldi. Taylan Bey’e:  

-Ben de tanıştığımıza memnun oldum efendim, dedim ve izin isteyerek yanlarından ayrıldım.  

Tezgâhın arka tarafına geçerken Başgarsonumuzla karşılaştım:  

-Bir şey sorabilir miyim? Dedim yanından geçerken başgarsona.  

-Evet, dedi dikildiği yerden.  

-Bu restoranın sahibini tanıyor musun?  

-İşte orada oturuyor, diyerek bu sefer cam kenarında oturmak yerine dışarıdaki masada oturan yorgun bakışlı yaşlı amcayısterdi.  

-Anladım, diyerek yaşlı amcanın yanına doğru yürüdüm 

Yorgun bakışlı amca masasının başına geldiğimde bakışlarını kitabından kaldırıp bana yöneltti. Yine her zamanki gülümsemesiyle:  

-Yaren otursana, dedi. Benim kendisiyle konuşmak istediğimi anlamıştı. Sandalyeyi çekip oturdum.  

-Buranın sahibi olduğunuzu öğrendim ve çok şaşırdım.   

-Başka ne duydun?  

-Bağış yaptığınızı. Çalışanların maaşları hariç bütün gelirin bağışladığını duydum. Peki ya neden?   


-Ben gençliğimde, güzel bir restoran sahibi olmak isterdim. Tabii o zamanlar bu kadarını hayal edemezdim. Temiz ve düzgün bir yerimin olmasını ya da çalışmayı isterdim. O zamanlar mahallede bir lokanta vardı. Sahibi çok dürüst ve iyi biriydi. Benim yanında çalışmamı istedi. Hiç tereddüt etmeden kabul ettim. Hayallerimin gerçek olması için ilk adımımı atmıştım. Çok mutluydum. Başlangıçta çok zorlandım, çok yoruldum ama pes etmedim. Ustam bana hem işi öğretti hem iyi bir hayat deneyimi kazandırdı. Hey gidi ustam O insanları çok severdi. ‘’Yüce Rabbimin yarattığını sevmemek insanlığa sığar mı, insana yakışır mı? ‘’Derdi. Çocuklar birlikte oynasınlar diye onlara oyuncaklar alırdı, bazen onların oyunlarına katılırdı. Muhtaçlara yardım ederdi. Ondan çok şey öğrendim. İnsanları sevmeyi, hoşgörüyü, yardımseverliği,  inanmayı hep ondan öğrendim. 

-Bu devirde iyi bir şeyler yapmak iyi kalabilmek çok zor, dedim içimi çekerek 

     Bakışları gökyüzüne kaydı.  

nanç, Yaren. Ben inancımı hiç yitirmedim. Mutlak sevginin yalnız bir kişiden gelip bir kişiye gittiğine inandım. Tutunacak hiçbir şeyin olmadığında bile sevgiye tutunabilirsin. Ben tutundum, insanları sevdim ama onlara fazla güvenmedim. Zamanı geldiğinde her şeyim bağışlanacak ve birilerinin umudu ben olacağım. İnsanların dualarını, iyi dileklerini alacağım. Bizler bu dünyadan elbet bir gün göçüp gideceğiz. Yaptığımız iyilikleri, hoşgörümüzü, insan sevgimizi geride kalanlara miras olarak bırakabiliyorsak ne mutlu bize. 

    İlk gördüğüm andan itibaren beni davranışlarıyla, tavırlarıyla etkileyen bu güzel insanın sözleri, bana dünya üzerindeki tüm canlıların sevgisini içine sığdıracak kocaman bir kalbimin olduğunu öğretti.