Umut Kaynağı

  • Yazar: Kamran Mammadzada

  • Rumuz: Kamran7

  • Okulu: Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi

  • E-mail: dexayal@gmail.com

Konu

Bu kısa hikaye, İstanbul‘da yüksek öğrenim gören bir öğrencinin kötü bağımlılığını yenme serüvenini ele alıyor.

Tab Article

İstanbulda Kasım ayının ilk gününde güneşin batmasından tahmini bir saat önce Marmaray ile yolculuk eden bir genç B. istasyonunda trenden indi. Ortaboylu, solgun yüzlü, zayıf, yorgun ve kederli görünen bu gencin üzerinde üstüne oturmadığı ilk bakışta anlaşılan bir pantolon ve şişme mont vardı. On dokuz ya da yirmi yaşlarında olmalıydı. İstanbula kış havasının erken gelmesinden şikayetli görünen bu genç aynı zamanda vücudunun zayıflığını örten bu giysileri giyebildiği için havanın soğukluğuna minnettardı. Bu kadar üzgün görünmesine rağmen adımlarını özenle seçerek her zamanki alışkanlığıyla istasyon çıkışına yürüyen merdivenden değil, merdivenden çıktı ve kendini bir anda C. meydanının kalabalığı arasında buldu. Önceden telefon görüşmesi yaptığı arkadaşıyla F. sokağında buluşacak ve oradan da istediklerini alacakları “mekan”a geçecektiler. Getirmeli olduğu parayı cebinde buruşturarak ilerliyordu.Sağanak yağmur başlamış, o ise bunun farkına varamayacak ölçüde düşüncelere dalmıştı. İçinde hiç durmadan:

-“Aşağılık bir insanım,zerre kadar lıyakatım yok. Dünyanın en iğrenç,en alçak insanı ben olmalıyım herhalde. İradesiz,maneviyattan yoksun biriyim ben !

Hayallerine bir adım bile yaklaşamamış aksine onlardan hergün daha fazla uzaklaşan, kendini, kendi eliyle uçurumdan atan, karşıda bataklığın, dipsiz bir çukurun olduğunu bile bile oraya girip, batan bir acizim. Şeytanın ilk hamlesinde yere düşen, kendini, ruhunu ona teslim etmiş alçak bir mahlukum, belki de evrenin en menfur yaratığıyım.

Meğer şimdi aynı şeyi yapmıyor muyum? Bütün bunları kendimle konuşa konuşa, kendi ayağımla pisliğe, bataklığa doğru adımlamıyor muyum?

Ya Rabbim, ben ne kadar iğrenç birisiyim...

Senin gibi bir yaradana hiçbir zaman layık olamadım...

Adıma bak; ”Erdem” ! Bu dünyada ismine benim kadar uzak olan ikinci bir şahıs var mı? Erdemsizim ben. Erdemsiz birisi olmak daha iyi olurdu. Ben o bile değilim...”

Erdem iç sesiyle kendisini böyle korkunç şekilde suçlayarak, F. sokağı boyunca bilinçsiz bir şekilde ilerliyordu.


Peki, kimdi bu Erdem ? Kendisine karşı niye bu denli sinirli bir şekilde korkunç ithamlarda bulunuyordu, onu öğrenelim.

Erdem on dokuz yaşlı bir üniversite öğrencisiydi. Zengin bir ailenin evladıydı. Manisada büyük bir sevgi,sükunet ve huzurla geçmişti hayatının ilk on yedi yılı. Büyük çabalardan sonra üniversiteyi kazanmış, babası onu yüksek öğrenim almak için İstanbula göndermişti. Erdem öğreniminin ilk aylarında çok başarılı, muvaffakiyetli bir kişilik sergilese de çabuk etki altında kalan birisi olması sebebiyle zaman içinde öğrenci çevrelerinden maneviyatsız çocuklarla arkadaşlık etmeye başladı. Taşındıktan sonra aile denetiminden uzak kalması ve İstanbul gibi büyük bir megakentte şuana kadar hiç görmediyi türden renkli bir hayatı deneyimlemesi hayat tarzının belirli ölçüde değişmesine sebep oldu. Oraya gelene kadar sigaranı hayatı boyu ağzına almamış, diline içki değmemiş olan Erdem, sigara içmeye, alkol almaya başladı. Arkadaşları her defasında ona yeni sahte zevk tatları getirdikçe, “Bir defadan bir şey olmaz”, “Erkeksin,erkek adam bu dünyadakı bütün güzel şeylerin tadına bakmalıdır” cümlelerinden gaza gelerek, kötü bağımlılıklar edindi, daha kötüsü, bu cümleleri hayat tarzına çevirdi. İlerleyen safhada esrar kullanmaya başlayan Erdem’in bütün bu süre zarfında dersleri oldukça zayıflamış, bazı sınavlardan kalmış, ikinci yarıyılı berbat bir netice ile tamamlamıştı. Zaman içinde, geçmişten kalan iyi niyetli dostları ona her ne kadar düştüğü bu durumdan çıkması için tavsiyeler verselerde o, her defasında “Stresten, herşeyin kötü gitmesinden, kederden bu şeylere bağımlı oldum” diye cevap veriyor, kötü alışkanlıklarının oluşma sebebini hayatın cilvelerinin, kaderin üstüne atıyordu. İş böyle olunca, etrafındaki iyi arkadaşları da ondan uzaklaştı ve iletişimi kestiler. Erdemin çevresinde sadece iğrenç huylu öğrenci arkadaşları kalmıştı. Günlerin birinde Erdem, içki masasında arkadaşlarına artık alkolün ve esrarın bile dertlerini ona unutturamadığını, onu rahatsız eden düşüncelerinden bir türlü kurtulamadığını söyledi. Masada oturanlardan ortak arkaşları aracılığıyla tanıştığı Tarık ismindeki birisi, Erdem’in bu sözünü duyar duymaz:

-“Düşüncelerinden gerçekten kurtulmak istiyor musun? Elimde sana yardımcı olabilecek birşey var aslında... -dedi.

-Nedir? - diye sordu Erdem.

-Kokain... - dedi Tarık, gözlerindeki sevinç parıltısıyla.

Erdemin yanındaki arkadaşları bir ağızdan:

-Yeter Tarık! Çocuğu kötü işlerine bulaştırma!

-Sesini kes Tarık. O kadar da değil...

-Erdem, sen onu dinleme. -diye tepki gösterdiler.

Tarık kötü duruma düştüğünü hissederek,yüzüne sahte gülümseme kondurmuş ve eklemişti:

-Arkadaşınız çözüm istedi,bende ona çözümü teklif ettim,burda sinirlenecek ne var, beyler?

Erdem kendi payına fikrini bildirmeliydi.Ve şunu söyledi:

-Hayatta yapmam!

-Esrar için de aynı şeyi söylüyordun değil mi ? - diye sordu Tarık.

-Bu esrar değil ! -dedi Erdem.

-Evet ondan katbekat daha güzel birşey...Sana birşey söyleyeyim; bir kere tadına bak; sevmezsen, istemezsen; yapmazsın. Konuşmak istersen,numaram arkadaşlarda var. Beni kolaylıkla bulabilirsin. - dedikten sonra artık burda bulunmasının iyi olmayacağını anlayan Tarık masadakilere “Hoşçakalın” deyip, kalktı.

Hiram isimli bir arkadaşı:

-Şeytan gibi vesvese verdi,gitti. Erdem,sakın Tarık’ın söylediklerinin etkisine kapılma ! Kurtuluşu yoktur bu illetin, tamam, kafa buluyoruz ama bir yere kadar. Zevkin de bir sınırı vardır, hayatı mahvedecek zevkin tadına bakmaya değmez. Allahım sen bizden uzak eyle. - diyerek kulağını çekti ve parmağını üç kez masaya vurdu.

Erdem dilde “hayatta yapmam” dese de içinde bu teklife merak duymuştu. Ne kadar korkunç bir sürecin içine gireceğini bile bile kendini kasten yalana inandırdı. İçindeki şeytani merak duygusu tüm ruhunu ele geçirmişti. Bir kez tadına bakıp sonra yapmayacaktı. İçindeki bu savaşta merakı galip geldi ve Tarık’ın numarasını aldı. Onunla görüştü ve o “dibi görünmeyen dehşetli çukur”a kendini attı. Sonra bir kez daha ve bir kez daha. Heyhat ! Artık bu illete bağımlı olmuştu. Her defa almaya gittiğinde “bu sonuncu,bunu yaptıktan sonra bırakacağım” diyor;ancak bırakmak bir türlü nasip olmuyordu. Vücudu her gün daha çoğunu isterken, parasının büyük kısmını uyuşturucuya harcıyordu. Zaman içinde kilo kaybetmeye başladı. Madde kullanmadığı takdirde, zihni ona rahatlık vermiyor, ağrılar içinde kalıyor, kıvranarak kriz geçiriyordu.

Erdemin ne denli  korkunç bir sürece girdiğini daha iyi anlamamız için insan beyninin ve uyuşturucunun yapısına göz atmamız gerekiyor:

İnsan beyninde tüm duyguları, hisleri kapsayan, çok önemli bir role sahip hormon vardır: Dopamin.

Hayatımızın her noktasını etkileyen dopaminin bizde yarattığı etkilerden önce, nasıl çalıştığına basitçe bir göz atalım. Beynin ön tavan bölgesi olarak adlandırılan bölümünden salgılanan dopamin; duygularla ilgilenen amigdalaya, beynin ödül merkezine, odaklanma ve dikkat merkezi olan prefrontal kortekse, anıların düzenlenmesinden sorumlu hipokampüse yayılır. Ve sizde anlık bir mutluluk oluşturur.

Dopamin gün içerisinde sürekli salgılanır. Spor yaparken, su içerken, çikolata yerken, sigara içerken salgılanan bu hormon belli aktivitelerde diğerlerine nazaran daha fazla üretilir. Su içmek size 10 birim dopamin salgılatıyorsa çikolata 20, sigara 100, farklı kategorilerdeki uyuşturucu türleri ise 350-400 birim dopamin salgılatır. İşte beyin, hazsal geri çağrışım sisteminde dopamine ihtiyaç duyduğunda 10 birimlik suyu içmeyi değil, 350 birimlik dopamin salgılatan uyuşturucuyu ister.

Daha yüksek nikotinli sigaralar,daha ağır uyuşturucular ile dopamin sistemi daha da bozulur. Bu bozulma sonrası eskiden size zevk veren aktiviteler artık zevk vermemeye başlar ve işin kötüsü, bu, uyuşturucu gibi aktivitelerde çok uzun bir süreye yayıldığından dolayı uçuruma doğru gittiğinizin farkına ancak uçurumun sonunu gördüğünüzde varırsınız. Bunu kurbağanın içinde bulunduğu suda suyun bir derece bir derece artarken farkına varmadan pişmesine benzetebiliriz. Ve sonrasında yıllar öncesine baktığınızda geçmişte daha çalışkan, hayattan daha fazla zevk alan ve her anlamda daha başarılı biri olduğunuzu görürsünüz.

İşte bu sistemle insana etki eden uyuşturucu türlerinden biri olan kokain, içildikten sekiz saat sonra içen insanda kas ağrıları, kramplar, uykusuzluk, solunumda zorluk yaratır. Damarları tıkar ve bir süre sonra kullanıcı, ani ölümden hayata gözlerini yumar.

İşte Erdem böylesi korkunç bir süreçte ilerlemekteydi. Her gün bu şeyi bırakma kararı alıyordu; lakin girdiği ilk krizde yeniden kullanıyordu. Kendisine söz geçiremez olmuştu. Madde kullanımından aylar sonra  Erdem’in bağışıklık sistemi neredeyse çökmüş,pırlanta gibi bu gençten geriye hastalıklı, zayıf ve hemen hemen ölü bir kişi kalmıştı.Bu illete başladığı süreden beri sekiz kilo kaybetmişti. Ve bu şeyin zararları katlanarak artmaktaydı. Erdem sinirli bir hale bürünmüştü, kullandığı madde dışında hemen hemen hiçbir şeyden zevk alamıyor, yoğun şekilde sıkıntı ve kaygı durumu yaşıyordu. Erdem ağır bir şekilde pişman olmuştu.

İşte yürürken kendisini bu denli azarlamasının sebebi de buydu:

Boyutları aşmış pişmanlığı.

Erdem “günah yoldaşı” ile görüşüp, yeni bir paket satın alma işlemini tamamlayacak ve yine rahatsızlığına geçici bir son verecekti.

Beynindeki bu düşünce girdabı devam ederken, kaldırımla ilerlediği sokaktaki bir olay dikkatini çekti.

Azyaşlı bir çocuk,kırılmış ilacın yere dağılmış cam parçalarına bakarak, acı acı ağlıyordu. Yanından geçenler çocuğun bu halini görmesine rağmen, yanına yaklaşmıyor, yollarına devam ediyorlardı.

Erdem sessiz bir şekilde çocuğa yaklaştı ve dedi:

-Merhaba küçük dostum.Neden ağlıyorsun? Burda ne oldu?

Küçük çocuk:

-Abi...(ağlıyor),ben...ben anneme söylediği ilaçları almam için gönderilmiştim.Annem çok hasta...Bana para verdi ve elimdeki reçetede olan ilaçları almamı söyledi.Ben evden çıkarken “Dikkat et,sakın kırayım,düşüreyim deme,evdeki son paramız...” demişti..Abi..abi..(içini çeke çeke ağlıyor) annemin kalp hastalığı var...Şimdi ben ne yapacağım ? Ben ne ettim böyle ? Allah cezamı versin...Ben..ben ne yapacağım şimdi ? -diye ağlayarak cevap verdi.

Erdem derinden sarsıldı. İlaçların toplam tutarı kadar cebinde para vardı. Varlığının iyilik yapabilme imkanının verdiği sevinçle dolduğunu hissetti. Heyhat. Ama arkadaşının şuan onu beklediği gerçeğini hatırladı. Hangisini yapmalıydı ? Onun da elindeki son parasıydı. Bu onun için,günlerce çektiği acıların dinmesi, rahatsızlığına azacık aravermesi içindi. Şimdi parasıyla, evet, onun için bu denli gerekli olan parasıyla bu kendi kabahati yüzünden bu duruma düşmüş çocuğa yardım mı edecekti ? Hem neden yardım etmeliydi ki ? Bu çocuğun haline çare bulacak başka birisi yok muydu etrafında ? İş kala kala onun üzerine mi kalmıştı ?

Zaman açısından kısa ama ruhsal açıdan ona çok uzun görünen bu anlarda içinde vicdanının nefsiyle mücadelesine şahit oluyordu.

Birden kendine geldi ve içinden şu düşünceler geçti:

“Aman Allahım ! Ben gerçekten bu zavallı çocuğu düştüğü bu zor durumla karşı karşıya bırakıp, Allahın benim için karşıma çıkardığı bu insanlık vazifesinden kaçacak mıydım ? Benim yaşamımın,dünyaya gelişimin amacı bu değil miydi ?” 

Erdem o doymak bilmeyen nefsinin her istediğini vermekle güçsüzleştirdiği ve söndürdüğü vicdanının, ruhunun en derinliklerinden uyandığını hissetti. Kendine geldi ve çocuğa:

-Kalk küçük dostum,ağlama... - diyerek sarıldı ve ardından - Geçti dostum,geçti...Geçti...Şimdi seninle yeniden o ilaçları alacağız ve hiçbirşey değişmeyecek,tamam mı? Ağlama dostum,geçti... - diyerek çocuğu rahatlatmaya çalıştı.

Erdem çocuğu yanına alarak eczaneden gerekli olan ilaçları aldı ve eğilip, poşeti çocuğa vererek ekledi:

-Sakın yeniden düşürme ha, benim de son paramdı. - ve gülerek ilave etti. - Sımsıkı tut ve bir an önce annene ulaştır tamam mı ? Haydi.

-Çok teşekkür ederim ağabey,bu yaptığınız iyiliği hiç unutmayacağım.. -dedi küçük çocuk.

Erdem gülümseyerek:

-Haydi, gecikme, git... -dedi.

Çocuk dikkatli adımlarla ilerleyerek, sokağın dar köşeleri arasında gözden kayboldu.

Erdem o gün bir başka umutluydu. İç dünyasına fazla gelen birşey, bu insanın varlığını öylesiye doldurmuştu ki, elinde olmadan kah nezerinin parıldayışında kah gülüşünde ortaya çıkıyordu. Onu bekleyen arkadaşının yanına gitmedi ve telefonunu kapattı. ”Suç ve Ceza” romanında okuduğu,eserin baş kahramanı  Raskolnikovun sözlerini hatırladı ve yüksek sesle tekrarladı:

-“Hayat devam ediyor ve ben yaşıyorum !”

Çevresindeki insanların bu haykırışına yönelttiği bakışlar umrunda değildi. İyilik yapmanın vicdanına verdiği hoşnutluktu bu. İşte böyle müthiş duygularla eve gelmiş, bağımlılığına karşı elinden gelen kadar, hatta elinden gelenin daha fazlasıyla savaşmaya karar vermişti. Arkadaşının art arda aramalarını görmezden gelmiş, geri dönüş yapmamıştı. O gün girdiği hafif krizlere rağmen, derslerini çalıştı ve hayatına baştan başlamaya karar verdi. Rutine düşmeye kararlıydı,bundan sonra vaktinde uyuyup vaktinde kalkacak, gününü dolduracak, planlı birisi olacaktı. Sahte zevkler alemi içine düştükten sonra başarısız olduğu eğitim hayatında kaldığı tüm dersleri tekrar alacak çalışıp geçecekti, ortalamasını, notlarını yükseltecek, örnek bir öğrenci olacaltı, uzun sözün kısası berbat ettiği hayatını yeniden inşa edecekti.

Yatağına girdi ve uyumaya çalıştı. Ancak bir türlü uyuyamadı, ağrılar, sarsılmalar içinde yattığı yerden defalarca kalkıyor, bu durumun bir an önce bitmesi için Tanrıya yalvarıyordu. Fakat girdiği bu kriz bitmek yerine daha da büyüyor, Erdem’i yolundan dönmeye mecbur ediyordu. Erdem o geceyi katlanılmaz acılara maruz kalarak geçirdi ve ertesi günün akşamı aynı durum onu tekrardan etkisi altına aldı.

O akşam içinde müthiş bir savaşın gittiğine tanık oluyordu.İçindeki sesler hiç durmadan ona söylüyordu:

-Git al şunu, canın rahat etsin, bu korkunç durumun artık sona ersin. Sen bu duruma dayanabileceğini nasıl düşünüyorsun? Ne zaman dayanabildin ki ?

-Her defasında senin dediklerine uyarak bu bedbaht duruma düştüm...Ama...ama bu sefer dinlemeyeceğim seni ! Bu sefer dediğin olmayacak alçak şey ! Beni yeniden bataklığa çekemeyeceksin ! Ben yeni başlangıç yaptım. Allahtan yardım diledim.Onun yardımıyla çıkacağım bu çukurdan !

-Kendi dediğine kendin inanıyor musun ? İlk adımı atmadan önce düşünecektin bunu. Kaçıncı kez oluyor yeniden başladığın ? Utanmıyor musun ? Yeni başlangıç yapacak bir durumda değilsin artık kabullen bunu !

-Madem böyle,sende bunu iyi belle; umutsuzluğa yer yoktur. Sahi sen nasıl birşeysin ? Niye bana hiç yardımcı olmuyorsun ? Neden sadece kötü şeylere sesliyorsun beni ?

Erdemin bu iç savaşı, bu içsel mücadelesi saatlerce sürüyor, düştüğü kötü durum ona bir saniye rahat vermiyordu. Sonda Erdem çıldıracak hale geldi.

Bağırarak:

-Madem öyle,madem ki kurtulamayacağız; Herşeyi yekten çözeriz biz de! Benim gibi bir insan bu dünyada yaşamayı haketmiyor. Evet,herşeye son vermeli. Bir an önce herşeyi bitirmeli ! - dedi ve hızlı adımlarla evden çıktı. Yakınlıktaki şantiyeye doğru ilerlemeye başladı.

Erdemin yaşadığı yerin yakınlığında bina inşasına başlanmıştı. Şantiye henüz başlangıç aşamasındaydı ve yapının temelini dökmek için devasa bir çukur kazılmıştı. Çukurun derinliği nereden baksan kırk metre vardı ve Erdem buraya doğru ilerlemekteydi.

Gece karanlığında geçtiği sokaklarda kimsecikler yoktu.Erdem adımlarını hızlandırdı ve bu suni uçurumun eşiğinde durdu.Kendini atmayı düşündüğü bu uçuruma uzun uzun baktı.Düşünüyordu.

“Vay be.Demek yolun sonuna geldik.Bu güzel şehre geldiğimde,birgün bu noktaya varacağımı düşünebilir miydim? Hayat kitabımın son sayfası bu gün yazılacak,ne acı!Katlanamadım,dayanamadım,bu duruma düşmeyen beni anlayamaz ki...Ama herşey bitti,hayatım boyu hep kolay olanı seçtim,bu sefer de...Bu benim doğamda var...”

Ayağı yavaş yavaş uçurumun eşiğinden kayıyordu.Erdem bunun farkında değildi,düşüncelere dalmıştı.Bir anda ayağının altındakı ince toprak tabakası kırıldı ve Erdem aşağı kaydı.İstediği kendini atarak hayatına son vermekti;fakat o anda düştüğü durumdan korkuya kapıldı.”Ben ne yapıyorum? Nerdeyim? Niye bunu yaptım?” Aşağı doğru kayarken bir yerlere tutunmaya çalıştı;ama sürüşürken kırdığı çok büyük acımasız bir taş parçası başına çarptı ve kayışı bir anda durdu.Altındaki toprak çıkıntısı düşüşünü durdurmuştu.Umutsuz bir niyetle elleriyle toprağın oluşturduğu yarığa asıldı.Ayakları altından yere kadar en az otuz,otuz beş ayaklık bir mesafe vardı. Otuz metrelik bir düşüş ve sert beton döküm onu bekliyordu.Erdem bu korkunç durumda sadece üç söz söyleye bildi:

”Allahım yardım et!”

Yukarı çıkabilmek için çıkıntı üzerinde inanılmaz çabalarla kıvrılıp durdu ancak elleri bir dayanak noktasına deyemedi,sallanan ayakları destek bulamıyordu.Erdem soluk soluğa kalmıştı.Elleri toprağın üzerinde kanıyor,alnından terler boşalıyordu.Umutsuzca “Allah rızası için yardım edecek biri yok mu?” -diye bağırdı.Tutunduğu toprak çıkıntı kırıldığında veya elleri yorgunluktan tükendiğinde aşağı düşeceğini hayal ediyor,ruhuna dolan korku tüm bedenine yayılıyordu.Kalan tüm gayretini tek güvencesi olan hassas dayanak noktasına tutunmaya harcıyordu.Ancak bir süre sonra bu kısmı zorladığını farkeden Erdem artık hiç kımıldamamaya karar vermişti.

Yavaş yavaş  gücü tükeniyor,yarığa tutunan parmakları kaymaya başlıyordu.Kollarının son gücünün de tükenmekte olduğunu ve bedeninin ağırlaştığını hissediyordu.

Etrafındaki herşey topraktandı.Başının üstündeyse o gün ona her zamankinden daha parlak görünen yıldızlar ve karanlık gökyüzü vardı.İnsanlığın en korkunç hastalıklarından birine;uyuşturucuya müptela olmuş bu bahtsız genç,insanların yarattığı suni uçurumdan düşerek can verecekti.

Erdem hiç şansının kalmadığını anladı.Yinede son bir çaba ile gücünü topladı,elleriyle toprağın yarıklarına tutunarak yaklaşık iki metre kadar tırmanmayı başardı.Artık Erdemi kurtarmak için yukarıdan birisinin elini uzatması yeterliydi ama bu saatte,bu karanlıkta ve bu şantiyede ona yardım edebilecek birisinin bulunması olanaksızdı.

Ayağının altında bir destek kalmadığını,yarığa tutunan güçsüz ve gergin ellerinden başka çaresi bulunmadığını hissedince gözlerini kapayan zavallı genç yarığı bıraktı.

Ama tam o an sert bir elin onu kolundan kavradığını hissetti ve ardından o elin sahibinin “Tuttum seni” dediğini duydu.Gözlerini açtı.Yukarıda karanlıktan tam seçilmeyen bir yüz vardı.Kim olduğunu henüz bilemediğimiz bu adam Erdemi hiç zorlanmadan çekip,yukarıya kaldırdı.Erdem doğrulduğunda  karşısında belli belirsiz gördüğü bu insanların kim olduğunu ilk bakışta anlayamadı.Yakındaki bir arabanın farları yandı ve o an Erdem kırmızı siyah şeritli üniformalarından ve bu üniformaların sol üst köşesindeki polis teşkilatı armasından karşısındaki insanların Emniyet Müdürlüğünün mensupları olduğunu anladı. 

Bir dakika önce ölüme ne kadar da yakındı...

İllegal yaşamı yüzünden her zaman kaçmak zorunda kaldığı ve zorluk yarattıkları için nefret ettiği polislerin bir gün hayatını kurtaracağı aklına gelmezdi.

Az önce hayatını kurtarmış olan polis Erdem’in omzuna dokunarak:

-İyi akşamlar delikanlı. Biraz önce çok zor bir durumdaydın. Burada ne arıyordun? -dedi.

Erdem duygulandı,gözyaşlarına hakim olamadı ve bu soruları kendisine yönelten kurtarıcısına tüm içtenliğiyle sarıldı. Bir süre aynı durumda bir birlerine sarılarak kaldılar.Erdem kendinden geçmişçesine ağlıyor,polis onu sakinleştirmeye çalışıyor,”Geçti kardeşim,geçti,geçti,bitti” diyordu. Sakinleşince: 

-Kürşat,arabadan su getir.Kardeşim,ismim Semih,yanımda gördüğün kardeşin ismi Furkan,buda Mehmet.Evet,anlat bakalım kardeşim,Burda ne oldu? Herşeyi baştan anlat. -dedi.

Erdem başından geçenleri,olan biten herşeyi detaylarıyla Semih beye anlattı. Sonda ekledi:

-Umudumu yitirmiştim Semih ağabey,herşeyin bir an önce bitmesini istiyordum artık.O yüzden böyle bir şey yaptım.Herşeyden umudumu kesmiştim...Bu dünyada yaşanacak bir sebep göremiyordum.

Semih bey Erdem’e:

-Erdem kardeşim,bir hakikati asla unutma;Allahtan ümit kesilmez!Benim o an senin sesini duymam,arabayla burdan geçişimiz,bunların hiçbiri tesadüf değildi.Ondan ümit kesmek haramdır. Allahın izni ile başaracaksın.Şimdiyse bizimle gel. -dedi.

Erdem onlarla birlikte Polis Merkezi Amirliğine gitti. Oradan İstanbul Narkotik Büro’ya yönlendirilen Erdem, tedavi için görüştü.Yapılan görüşmelerde Polis Erdem’e her türlü desteği verdi.Erdem uyuşturucu bağımlılarının tedavisini öngören bir proje kapsamında hastaneye yatırıldı.Uzun süren bir tedavinin ardından krizlerini atlatıp,normal hayata başladı.

Üniversitesinde öğrenim hayatına devam eden Erdem,İstanbulda Narkotik Büro polisleriyle beraber uyuşturucuyla mücadele programlarına katılıyor ve başına gelenlerle ilgili bir de roman yazıyor.Üniversite derslerinden geri kalan zamanlarında Narkotik Büroda vakit geçiriyor ve oraya gelen bağımlılara neler yapmaları gerektiğini anlatıyor.


Bu hikayenin yazarı olan üniversiteli, günlerin birinde Erdem’in hikayesini duyup,onunla tanışmak için büroya gittiğinde,büronun toplantı salonunda sekiz kişilik bir grubun dikkat ve merakla bir genci dinlediğini gördü. Gruba yaklaştığında ordaki herkesin kulak kesildiği bu gencin sözlerini daha iyi duyma imkanı buldu. Genç kendinden geçmişçesine anlatıyordu:

-Evet,başıma gelenleri onlara anlattıktan sonra Semih ağabeyin bana söylediği o cümle hayatımın dönüm noktasıydı. Karşılaştığım her zorlukta,girdiğim her krizde,bulunduğum her buhranda aklıma gelen o cümle,benim yeni hayatıma bir ışık,bir meşale oldu...

Aralarına yeni katılan üniversiteli genç sordu:

-O cümle neydi?

Erdem cevap verdi:

-O cümle “Allahtan ümit kesilmez”di...