YİRMİ DÖRT ÇİFT GÖZ

  • Yazar: Ayça Ceviz

  • Rumuz: ayca17

  • Okulu: Biga Atatürk Anadolu Lisesi

  • E-mail: aycaceviz1771@gmail.com

Konu

İnsan Sevgisi

Tab Article

    Yavaşça kapıyı açtım. Kendimden emin adımlarla sınıfa girdim. Karşımda korku ve heyecanla bana bakan yirmi dört çift göz vardı. Kapının tam karşısında bulunan masama yöneldim. Yirmi dört çift göz de benimle beraber masaya doğru yöneldi. Sınıf çok sessizdi, birden bir ses gelse yirmi dört çift göz ve benim gözlerim o tarafa kayıyordu hemen.     Benim için çok heyecanlı bir gündü. Yirmi dört çift gözün bu kadar sessiz olmasından heyecanlı olduklarını anlamam çok uzun sürmedi. Masama oturdum ve konuşmaya başladım. İlk olarak kendimi tanıttım. Daha önceden isimlerin olduğu listeye bakmıştım o sebeple isimleri az az biliyordum fakat hangi ismin kime ait olduğunu öğrenmem gerekiyordu.    Kendimi tanıtırken aynı zamanda bunları aklımdan geçiriyordum. Adımı ve soyadımı söyledikten sonra hobilerimden, en sevdiğim kitaptan, en sevdiğim yemekten ve tuttuğum takımdan bahsettim. Çocukluğumu, onların yaşındaki halimi anlattım onlara. Ve o günün önemi anlattım. Onlar için ve benim için olan önemini. Benim için olan kısım mesleğime başladığım ilk gün olmasıydı, onlar için olan kısım ise okula başladıkları ilk gün olmasıydı. Ben bunları anlatırken öğrencilerim de biraz biraz konuşmaya başlamıştı ki zil çaldı. Onlara teneffüse çıkmak isteyenin çıkabileceğini, benim sınıfta olacağımı ve bir şey olursa yanıma gelebileceklerini anlattım. Ve şunu da ekledim geri geldiklerinde onların kendini tanıtacağını. İşte o zaman kocaman gülümsemeleri olan öğrencilerimin yüzünde o gülümsemenin yerini büyük bir korku almıştı.  

  On dakikalık teneffüsün ardından zil çaldı ve öğrencilerim teker teker sınıfa gelerek yerlerine oturdular. Şimdi kendilerini tanıtma sırasının onlarda olduğunu tekrar hatırlattım ve sımsıcak bir gülümsemeyle onlara gülümsedim. Ve sınıf listesini elime alarak sandalyemi tam sınıfın ortasına çektim ve hemen ardından oturdum.  

  Yüksek sesle en üst sıradaki ismi okudum. Ne tesadüf ki en ön sırada oturuyordu. Siyah, kısa saçlı; gözlükleri olan ve çok bilgiç bir çocuk ayağa kalktı. Ayağa kalkınca ne kadar düzgün giyindiğini anladım. Öğrencim, ben daha sorularımı sormaya başlamadan konuşmaya başladı. Açıkçası bu beni biraz şaşırtmıştı. Sadece bu da değil, güzel ve akıcı konuşuyordu. Bu durum da bende ayrıca bir şaşkınlığa sebep oldu. Böyle kendinden emin konuşması arkadaşlarını da cesaretlendirmişti. Herkes tek tek konuşurken ben de öğrencilerimi dinlerken şaşırmaya devam ediyordum. Hepsinin farklı yetenekleri vardı. Bazıları iletişim kurarken gözlerini çok güzel kullanıyor, bazıları ise ses tonunu çok güzel ayarlıyordu. Ama en önemlisi mimiklerini güzel kullanmalarıydı. Birkaç öğrencim dışındaki tüm öğrencilerim mimiklerini gayet güzel kullanıyordu.  

  Bu ders daha verimli ve çabuk geçmişti. Öğrencilerimin birbirlerine bu kadar hızlı ısınacağını düşünmemiştim. Teneffüs zili çaldı. Diğer ders okulu gezme sırası bizim sınıfta olduğu için öğrencilerimden bu teneffüs dışarı çıkmamalarını rica ettim.     Boyu yerden tavana kadar olup, olabilecek bir depremde yıkılmaması için duvara sabitlenmiş olan kitaplığımızı açtım. Daha önceden tek tek herkese özel olarak hazırladığım; üzerinde isimleri ve sevgi, hoşgörü, adalet, dürüstlük, yardımseverlik ve alçakgönüllülük duygular yazan kitap ayraçlarını çıkarttım. Herkese kendine ait olanı verdim. Sonra bir öğrencim parmak kaldırdı. Ve ayraçların üzerinde ne yazdığını sordu. Ben de tek tek okudum.

Ve bunların önemli duygular olduğunu onlara belirttim. Ardından beklenmedik bir soru geldi, ‘’Bu duyguları niçin önemli öğretmenim?’’ işte o an duraksadım, ne cevap vereceğimi bilemedim. Kendimi derse çalışmadan gelmiş, sözlüye kalkmış öğrenci gibi hissettim. Ve kapı tıklatıldı ardından sonuna kadar açıldı. İşte sözlüden kurtarma zili çalmıştı! Müdür yardımcımız okulu gezme sırasının bizde olduğunu belirterek sınıftan çıktı. Bende öğrencilerime bu sorunun cevabını sınıfa geri döndüğümüzde anlatacağımı söyleyip onları sıraya dizdim.  

  Sınıftan çıktık. İlk olarak alt kata yani kantin katına indik. Kantinin okulun içinde olması çok güzeldi. Kantin katında hiç normal sınıf yoktu. Sadece müzik sınıfı, görsel sanatlar sınıfı ve spor salonu vardı. Bu kat beni heyecanlandırdığı kadar öğrencilerimi de heyecanlandırmıştı. Onlara benim gittiğim okullarda böyle sınıfların olmadığını, böyle sınıflarda ders işleyeceğimiz için çok heyecanlı olduğumu ve bu sınıflarda çok güzel ve eğlenceli ders işleyeceğimizi anlattım. Çok heyecanlandım, onlar da çok heyecanlıydı.  

  Kantin katında bir de kocaman bir kütüphane vardı. Hem biz öğretmenler için hem veliler için hem de öğrenciler için bir sürü kitap vardı. Masalar ve kitaplıklar o kadar güzel yerleştirilmişti ki kapıdan girince insan büyüleniyordu. Öğrencilerime burada kitap okuma saati yapacağımızı anlattım, daha okuma bilmemelerine rağmen çok mutlu olmuşlardı. Hepsinin bu kadar mutlu oluşu iyi bir okuyucu olacakları anlamına geliyordu. Eğer birkaç aksilik çıkacak olsa da bu kütüphaneyle çözeceğimizi düşünüyordum çünkü çözülmemesi imkânsızdı.  

  Kantin katından üst kata çıktığımızda idare katı vardı. İdare katında öğretmenler odası hakkında birkaç açıklama yaptım. Teneffüslerde başlarına gelebilecek en basit olayda buraya gelmeleri gerektiğini, benim nöbetçi olduğum zamanlar dışında burada olacağımı, ben olmasam bile başka bir öğretmenin onlara yardım edeceğini anlattım minik öğrencilerime.   Daha sonra da ön bahçemizi ve arka bahçemizi dolaştık. Daha sonra üst katları da gezdik. En son okul tamamen bittiğinde öğrencilerimle beraber kantine inip o günün meyvesini yerken uzun bir sohbet ettik.  Meyvelerimiz bitmişti ki zil çaldı. Ondan sonra hepimiz dağıldık ve derse giriş zilinde sınıfta buluşacağımıza dair birbirimize söz verdik. 

  Ders zili çalana kadar benim için önemli olan duygular ile ilgili araştırma yaptım. Özellikle özdeyişlere ve çok etkileyici oldukları için Yunus Emre’nin sözlerine baktım. Teneffüs bitti.

Öğrencilerim hepsi sınıfa gidebilmiş olsun diye birkaç dakika geç çıktım öğretmenler odasından.  

  Sınıfa gittiğimde tüm öğrencilerim yerlerinde sessizce beni bekliyordu. Sınıfa girdim, hızlıca masama geçtim. Not defterimi çıkarttım ve yazdığım notların olduğu bölüme geldim. Öncelikle adalet duygusundan başlayalım dedim minik öğrencilerime. Tabi ki onların da zevk alması için onlara da fikirlerini sormam gerekiyordu, bu davranışım da bir bakımdan hoşgörüydü. ‘’Ben mi anlatayım yoksa soru-cevap mı yapalım?’’ diye sordum öğrencilerime, benim anlatmamı istediler. Ben de renk renk olan tahta kalemlerimi çıkartıp tahtaya bazı olayları anlatan resimler çizdim ve erişimli tahtadan da dikkatlerinin artmasını ve dağılmasını engellemek için benim bir şeyler okurken açtığım klasik müziklerden birini açıp adalet duygusunu anlatmaya başladım.  

 

   İnsanların, hayvanların hatta bitkilerin bile birbirine karşı adaletli olması gerektiğini açıkladım öğrencilerime. Onlar da birkaç cümle ekleyince diğer duygumuza geçme kararı aldık.

  Hoşgörüye geçtim hemen ardından. Yunus Emre’den Ben gelmedim davî için/Benim işim sevi için,/Gönüller dost evi için,/Gönüller yapmaya geldim./ kıtasını okudum çocuklarıma. Son mısraya kadar anlamadılar ama son mısrayı anladıklarını anladım. Hoşgörüyü birtakım saygı olarak kodlamalarını sağladım. Çünkü benim için hoşgörü bir çeşit sevgidir diye belirttim onlara.  

  Dürüstlük benim için çok önemliydi ve ‘’Cümleler doğrudur sen doğru isen doğruluk bulunmaz sen eğri isen.’’ cümlesi benim için hayat felsefesi olmuştu. Öğrencilerime de bunu hiçbir zaman unutmamaları gerektiğini anlattım.     Alçakgönüllülük deyince aklıma en basitinden çikolatasını paylaşma konusu geliyordu. Anlattım onlara neden paylaşmaları gerektiğini bunun çok güzel bir davranış olduğunu anlattım. Artık ne yapmaları gerektiğini anladıklarını ve söz verdikleri konusunda onay alınca bu duyguyu da geride bıraktım.      

  Ben şu an bunları sınıfta anlatıyordum, öğrencilerim de dinliyordu fakat pek anladıklarını düşünmüyordum. Ama dinlemek istiyorlardı, ben de anlatmaya devam ettim.    Yardımseverlik dedim. ‘’Öğretmenimmmmm, biz yardımseverliğin ne olduğunu zaten biliyoruz.’’ dediler. Anlatmak istedim ama sevgiyi dinlemek istiyoruz, bildiğimiz bir şeyi neden dinleyelim deyince anlatmaktan vazgeçip sevgiye yani son duygumuza geçme kararı aldım.   

   Sevgi… dedim. Aslında herkesin basitçe hissettirmesi ve hissetmesi gereken duygu. Evde, okulda, sokakta, markette kısacası her yerde, her canlının ihtiyacı olan duygudur sevgi. Sevgi konusunda en güzel örnek Yunus Emre’dir, dedim öğrencilerime. Çünkü Yunus Emre’nin insan sevgisinin Allah sevgisinden geldiği bilinir.  

  Bu altı duygunun tam olarak olduğu insan iyi bir insandır. Bu altı duygu her şeyin temelini oluşturur ve hepsinden belirli derecede olması gerekmektedir dedim bana şaşkınlıkla bakan yirmi dört göze. 

  Arka sıralardan bir parmak kalktı. Söz verdim. ‘’Siz bu kadar bilgiyi nereden biliyorsunuz öğretmenim?’’ dedi meraklı bir öğrencim. Sevgi dedim. Okuma sevgisi, araştırma sevgisi, Yunus Emre sevgisi. Arkadan bir öğrencim gülerek ‘’Demek ki siz çok seven bir insansınız öğretmenim.’’ dedi. Bende ‘’Evet, ben çok seven bir insanım.’’ Diye cevap verdim. Sınıfta bir süre gülüşme oldu.  

  Sonra kapı çaldı, yine müdür yardımcısı gelmişti ve bana kitapları dağıtıp dağıtmadığımı soruyordu. Ahh, unutmuştum!.. Konu konuyu açınca onlar arada kaynamıştı, hemen kolumdaki saate baktım. Neyse ki daha bir dersimiz daha vardı. Hemen kitapları masamın üzerine çıkarttım ve dağıtmak için hazırladım. Minik öğrencilerim için daha önceden aldığım kalemleri de kitap poşetlerine koydum ve dağıttım.  

   Öğrencilerimin mutlu olduklarını görünce ben de çok mutlu oldum ve onlara ‘’ Bugün anlattıklarım her zaman aklınızda bulunsun. Bir gün siz de öğretmen olursanız bunları ilk dersinizde öğrencilerinize anlatırsınız. Çünkü benim öğretmenim de bana bu görevi vermişti ve ben gerçekleştirdim. Şimdi sıra sizde. Kendinize iyi bakın, yarın görüşürüz.’’ dedim. Ve hepsini evlerine uğurladım. Benim de üzerine bir sürü hayal kurduğum mesleğimin ilk günü böylece sona ermişti.