HEYBELERİ DOLU OLANLAR

  • Yazar: Beyza UÇGUN

  • Rumuz: beyzaucgun

  • Okulu: BİGA ATATÜRK ANADOLU LİSESİ

  • E-mail: ucgunbeyza@gmail.com

Konu

Hoşgörü

Tab Article

HEYBELERİ DOLU OLANLAR

 

                                                                                                       Dediler Yunus öldü.

 

                                                                                                       Onlar ki yanıldılar.

 

                                                                                                       Onlar ki yanlış söz ettiler .

 

                                                                                                        Aşıklar ölmez.

 

       

      Bir Anadolu sabahıydı. Hava soğuktu ama elleri acımazdı Yunus’un . Ne de olsa Türkmen çocuğuydu, soğuğa alışkındı. Kahveye doğru şöyle bir yöneldi. Sabahın soğuğuna aldırmadan kahveye doğru yavaş adımlarla ilerlerken okula giden çocukları gördü. Çocukların neşeyle ve şakalaşarak okula gidişleri yüzünde hoş bir tebessüm bıraktı.Kahveye varmadan mezarlık vardı.Mezarlığın yanından geçerken “Yalancı dünyaya konup göçenler /Ne söylerler ne bir haber verirler.”mısraları geçti aklından. Mezarlıkta yatan tüm ölmüşlere dualar etti.

        Kahveye girdi:

-Emmiler selamün aleyküm.

        Amcaları vardı. Küçük amcasıyla daha bir yakındı çünkü babası öldükten sonra ona yetimliğini hissettirmeden onunla en çok ilgilenen amcası oydu. Yanına oturdu. Amcası:

-Aleykümselam yeğenim, evlat bize iki orta.

        Kahveleri içtiler. Yunus izin isteyerek kalktı. Buğdayları ambara götürmesi gerekiyordu.Eve dönünce damdaki hayvanların yemini verdi. Her gün yaptığı bir işti bu .“Dünya yalan kardeşim, dünya yalan! Var mı yalan dünyada bakî kalan. Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan.”mısralarını mırıldanarak damdan çıktı. Daha sonra annesinin yanına gitti, baktı annesi uyuyordu,uzun uzun annesinin nurlu yüzünü seyretti,hiç ses etmedi. “Bu dünyaya gelen gider. Yürü fani dünya, sana gelende gülmüş var mıdır?” düşüncesiyle annesinin elini öptü ve odadan ayrıldı.Annesinin yemeğini  hazırladı . Zavallı anası babasının ani ölümünün  üzüntüsüne dayanamayıp ona inme inmişti o zamandan beri yatağa mahkum yaşıyordu.Annesini şifa duaları okuyarak kendi elleriyle doyurdu. Yunus’un günleri  bir ambar bir anası derken böyle böyle geçti.

       Bahar gelmek üzereydi. Baharın habercisi kardelenler çoktan açmıştı, badem ağaçları çiçeklerini göstermişti. Yunus ambardan dönüyordu ki siyah saçlı, kavruk tenli kara kaşlı, kara gözlü İstanbul beyefendisi görünüşlü bir  adamın köye girdiğini gördü. Elinde büyükçe bir bavul vardı. Yorgunluktan harap düşmüş görünen adamı karşıladı. Yunus :

-Hoş geldin kardaş, benim adım Yunus, Anadolu’nun gönlü aşkla dolu şairi Yunus Emre’nin sadece Yunus’unu vermiş babam bana ad olarak.Nereden gelir nereye gidersin ?Adın nedir? Gel şurda biraz soluklan,elindeki bavulu da veresin bana.

     Adam şaşırmıştı . Daha önce hiç gelmediği bir köyde böylesine içten ve güzel karşılanmak şaşırtmıştı onu. Garip diye düşündü ve:

-Adım İsmail. Kayboldum bu ıssız yerde. Amacım Sivritepe köyüne varmaktır. İstanbul'dan gelirim.

   Yunus düşündü. Bu köy Sivritepe’ydi ama bu adamı daha önce hiç görmemişti.Hem köylerinden İstanbul'a çalışmaya bir kişi gitmişti. Ömer emmi. Onun da dedesiyle,Yunus’un akıl sır erdiremediği kan davası vardı. Yunus İsmail’i buyur etti. Evine davet etti. Yunus:

-İsmail kardeş sen ki evimin misafirisin. Buyur gel.

    İsmail  bu teklifi seve seve kabul etti.Yunus İsmail’i annesiyle tanıştırdı.Anasına:

-Ana bak bu İsmail uzak şehirlerden gelmiş, kaybolmuş misafir ettim.

- İyi ettin Yunus’um.

     Yunus İsmail'in İstanbul'dan geldiğini söylemedi.Çünkü annesini kaygılandırmak istemiyordu. Bir şüphe uğruna kayıp olan bu adamı sokakta bırakamazdı.

    İsmail'in ise asıl amacı Yunus’u öldürmekti. Yunus’un babası Yunus’un annesini yani İsmail'in halasını ailenin onayı olmadan kaçırmış kaçma esnasında da onları yakalamak isteyen İsmail’in amcasını öldürmüştü.

     Yunus’un yaşadığı bu evin bir misafir odası vardı. İsmail’ i oraya görürdü:

- Bak kardeş burası misafir odası. İstediğin kadar kalabilirsin. Kendini evindeymiş gibi hisset.

- Sağol Yusuf kardeş. Kusuruma bakma lakin bir şeyi çok merak ederim. Sen benim sadece adımı bilirsin. Amma bana ne diye bu kadar yardım edersin.

      Yunus:

- Bak İsmail kardeş. Ben anamdan, atamdan böyle gördüm. Bizde ola ki yolda kalmışı yolda bırakırsın bir gün sen de yolda kalırsın.

     İsmail oldukça etkilenmişti. Acaba Yunus’u öldürmesem mi ?, diye düşündü. Hemen bu düşünceleri aklından attı. Bunu yapmazsa babasına  verdiği sözü tutmamış  olacaktı.

    Yunus’un akşam yemeğini hazırlaması gerekiyordu. Baktı, mutfak dolabında bir pişirimlik tarhana ile fasulye vardı. Dolabın geri kalanı tam takır kuru bakırdı. Yazın anası hasta olduğu için kışa hazırlık yapamamışlardı. Köyde bakkal yoktu. Şehre de inemezdi. El mecbur tarana ile fasulyeyi pişirdi. Artık yarın bir çaresine bakacaktı. Yunus bir tepsiye birer tabak tarhana çorbası,  fasulye yemeği , biraz da ekmek koydu. Anasına götürdü. Anasına yemeğini yedirdi. Anasının da duasını aldıktan sonra sofrayı hazırladı. Yer sofrası… İsmail'in odasına gitti.

Yunus :

- İsmail kardeş, sofra hazır gel karnımızı doyuralım

   İsmail sofraya  giderken mutfaktaki tel  dolabın  açık olduğunu gördü. Kapatmak için eğilince dolabın boş olduğunu gördü. Dolapta hiçbir şey yoktu. Bu insan son yemeğini kendisiyle mi  paylaşıyordu?. Akıl almaz şeydi bu. Sonra iyilik yanı tekrar uyandı. “Öldürme bu adamı “,sonra babasından yana olan taraf “bu adamı öldürmelisin”, diyordu. İsmail karar verdi: Yunus’u yemekten sonra öldürecekti.

   Sofraya oturdular. Yunus mahçuptu.Misafirini iyi ağırlayamadığını düşünüyordu Söze başladı:

- İsmail kardeş bir kusurumuz olduysa af ola.

   İsmail artık dayanamadı bu iyi insana, söyleyiverdi ağzındaki baklayı.

-  Yunus kardeş. Sen beni İsmail olarak bilirsin. Yanılırsın. Ben ki senin kanlın Ömer Emmi’nin oğlu İsmail’im, seni öldürmeye geldim.

 Yunus şüphelerinde haklı çıkmıştı. Şimdi ne olacaktı. İsmail Yunus’u öldürecek miydi ? Yunus :

- Canı veren de alan da Allah'tır. İsmail kardeş, Yunus Emre’min dediği gibi “Elif okuduk ötürü, pazar eyledik götürü, Yaratılmışı hoş gördük, Yaratandan ötürü.”dedi.

İsmail devam etti:

- Sen ki bana evini açtın Son kalan yiyeceğini benimle paylaştın. Yok kardeş ben seni öldüremem. Amma babam kan ister.

   İsmail silahı kendi başına dayadı.

- Gayri Yunus kardeş benim aldığım her nefes bana haramdır. Hakkını helal edesin.

Yunus bu sefer gür bir sesle:

 - Dur İsmail. Canı veren de alan da Allah'tır. Etme eyleme kardaş. Ben seni affettim. Gel kardaşım,yoldaşım ol.Deyip silahı tuttuğu gibi fırlattı. İsmail’e sarıldı sıkı sıkı. Uzun süre ağlaştılar. Yunus durdu anası bunca gürültüye hiç ses vermemişti. Yoksa… dedi Hemen anasının yanına koştu. Anası bu dünyadan göçmüştü. Ertesi gün cenazesi oldu. Gömüldü. Yunus kederliydi. İsmail:

 - Ey Yunus adının hakkını verdin .. Allah aşkıyla yananlar ölmez kardaş ,göçerler. Sen ki bu diyarlarda sevgi ataşını yakan Yunus Emre timsalisin ?

     Onlarca kış geçti. Yunus ile İsmail beraber yaşadılar. Evvela Yunus sonra da İsmail göçtü bu dünyadan heybeleri dolu bir şekilde. Onlar göçtü, bütün köy onları “ HEYBELERİ DOLU OLANLAR”diye hatırladı.

  

                                                                                “ Maharet güzeli görebilmektir,

                                                                              Sevmenin sırrına erebilmektir.

                                                                              Cihan, alem herkes bilsin ki şunu,

                                                                               En büyük ibadet sevebilmektir.”