Hoşgörü
Hoşgörü
HEYBELERİ
DOLU OLANLAR
Dediler Yunus öldü.
Onlar ki yanıldılar.
Onlar ki yanlış söz ettiler .
Aşıklar ölmez.
Bir
Anadolu sabahıydı. Hava soğuktu ama elleri acımazdı Yunus’un . Ne de olsa
Türkmen çocuğuydu, soğuğa alışkındı. Kahveye doğru şöyle bir yöneldi. Sabahın
soğuğuna aldırmadan kahveye doğru yavaş adımlarla ilerlerken okula giden
çocukları gördü. Çocukların neşeyle ve şakalaşarak okula gidişleri yüzünde hoş
bir tebessüm bıraktı.Kahveye varmadan mezarlık vardı.Mezarlığın yanından geçerken “Yalancı dünyaya konup göçenler /Ne söylerler ne bir
haber verirler.”mısraları geçti aklından. Mezarlıkta yatan tüm
ölmüşlere dualar etti.
Kahveye
girdi:
-Emmiler
selamün aleyküm.
Amcaları vardı. Küçük amcasıyla daha
bir yakındı çünkü babası öldükten sonra ona yetimliğini hissettirmeden onunla
en çok ilgilenen amcası oydu. Yanına oturdu. Amcası:
-Aleykümselam
yeğenim, evlat bize iki orta.
Kahveleri içtiler. Yunus izin isteyerek
kalktı. Buğdayları ambara götürmesi gerekiyordu.Eve dönünce damdaki hayvanların
yemini verdi. Her gün yaptığı bir işti bu .“Dünya yalan kardeşim, dünya yalan!
Var mı yalan dünyada bakî kalan. Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen
oyalan.”mısralarını mırıldanarak damdan çıktı. Daha sonra annesinin yanına
gitti, baktı annesi uyuyordu,uzun uzun annesinin nurlu yüzünü seyretti,hiç ses
etmedi. “Bu dünyaya gelen gider. Yürü fani dünya, sana gelende gülmüş var
mıdır?” düşüncesiyle annesinin elini öptü ve odadan ayrıldı.Annesinin yemeğini hazırladı . Zavallı anası babasının ani
ölümünün üzüntüsüne dayanamayıp ona inme
inmişti o zamandan beri yatağa mahkum yaşıyordu.Annesini şifa duaları okuyarak kendi
elleriyle doyurdu. Yunus’un günleri bir
ambar bir anası derken böyle böyle geçti.
Bahar gelmek üzereydi. Baharın habercisi
kardelenler çoktan açmıştı, badem ağaçları çiçeklerini göstermişti. Yunus
ambardan dönüyordu ki siyah saçlı, kavruk tenli kara kaşlı, kara gözlü İstanbul
beyefendisi görünüşlü bir adamın köye
girdiğini gördü. Elinde büyükçe bir bavul vardı. Yorgunluktan harap düşmüş
görünen adamı karşıladı. Yunus :
-Hoş
geldin kardaş, benim adım Yunus, Anadolu’nun gönlü aşkla dolu şairi Yunus
Emre’nin sadece Yunus’unu vermiş babam bana ad olarak.Nereden gelir nereye
gidersin ?Adın nedir? Gel şurda biraz soluklan,elindeki bavulu da veresin bana.
Adam şaşırmıştı . Daha önce hiç gelmediği
bir köyde böylesine içten ve güzel karşılanmak şaşırtmıştı onu. Garip diye
düşündü ve:
-Adım
İsmail. Kayboldum bu ıssız yerde. Amacım Sivritepe köyüne varmaktır.
İstanbul'dan gelirim.
Yunus düşündü. Bu köy Sivritepe’ydi ama bu
adamı daha önce hiç görmemişti.Hem köylerinden İstanbul'a çalışmaya bir kişi
gitmişti. Ömer emmi. Onun da dedesiyle,Yunus’un akıl sır erdiremediği kan
davası vardı. Yunus İsmail’i buyur etti. Evine davet etti. Yunus:
-İsmail
kardeş sen ki evimin misafirisin. Buyur gel.
İsmail
bu teklifi seve seve kabul etti.Yunus İsmail’i annesiyle tanıştırdı.Anasına:
-Ana
bak bu İsmail uzak şehirlerden gelmiş, kaybolmuş misafir ettim.
-
İyi ettin Yunus’um.
Yunus İsmail'in İstanbul'dan geldiğini
söylemedi.Çünkü annesini kaygılandırmak istemiyordu. Bir şüphe uğruna kayıp
olan bu adamı sokakta bırakamazdı.
İsmail'in ise asıl amacı Yunus’u öldürmekti.
Yunus’un babası Yunus’un annesini yani İsmail'in halasını ailenin onayı olmadan
kaçırmış kaçma esnasında da onları yakalamak isteyen İsmail’in amcasını
öldürmüştü.
Yunus’un yaşadığı bu evin bir misafir
odası vardı. İsmail’ i oraya görürdü:
-
Bak kardeş burası misafir odası. İstediğin kadar kalabilirsin. Kendini evindeymiş
gibi hisset.
-
Sağol Yusuf kardeş. Kusuruma bakma lakin bir şeyi çok merak ederim. Sen benim
sadece adımı bilirsin. Amma bana ne diye bu kadar yardım edersin.
Yunus:
-
Bak İsmail kardeş. Ben anamdan, atamdan böyle gördüm. Bizde ola ki yolda
kalmışı yolda bırakırsın bir gün sen de yolda kalırsın.
İsmail
oldukça etkilenmişti. Acaba Yunus’u öldürmesem mi ?, diye düşündü. Hemen bu
düşünceleri aklından attı. Bunu yapmazsa babasına verdiği sözü tutmamış olacaktı.
Yunus’un
akşam yemeğini hazırlaması gerekiyordu. Baktı, mutfak dolabında bir pişirimlik
tarhana ile fasulye vardı. Dolabın geri kalanı tam takır kuru bakırdı. Yazın
anası hasta olduğu için kışa hazırlık yapamamışlardı. Köyde bakkal yoktu. Şehre
de inemezdi. El mecbur tarana ile fasulyeyi pişirdi. Artık yarın bir çaresine
bakacaktı. Yunus bir tepsiye birer tabak tarhana çorbası, fasulye yemeği , biraz da ekmek koydu. Anasına
götürdü. Anasına yemeğini yedirdi. Anasının da duasını aldıktan sonra sofrayı
hazırladı. Yer sofrası… İsmail'in odasına gitti.
Yunus
:
-
İsmail kardeş, sofra hazır gel karnımızı doyuralım
İsmail sofraya giderken mutfaktaki tel dolabın açık olduğunu gördü. Kapatmak için eğilince
dolabın boş olduğunu gördü. Dolapta hiçbir şey yoktu. Bu insan son yemeğini
kendisiyle mi paylaşıyordu?. Akıl almaz
şeydi bu. Sonra iyilik yanı tekrar uyandı. “Öldürme bu adamı “,sonra babasından
yana olan taraf “bu adamı öldürmelisin”, diyordu. İsmail karar verdi: Yunus’u
yemekten sonra öldürecekti.
Sofraya oturdular. Yunus mahçuptu.Misafirini
iyi ağırlayamadığını düşünüyordu Söze başladı:
-
İsmail kardeş bir kusurumuz olduysa af ola.
İsmail artık dayanamadı bu iyi insana,
söyleyiverdi ağzındaki baklayı.
- Yunus kardeş. Sen beni İsmail olarak
bilirsin. Yanılırsın. Ben ki senin kanlın Ömer Emmi’nin oğlu İsmail’im, seni
öldürmeye geldim.
Yunus şüphelerinde haklı çıkmıştı. Şimdi ne
olacaktı. İsmail Yunus’u öldürecek miydi ? Yunus :
-
Canı veren de alan da Allah'tır. İsmail kardeş, Yunus Emre’min dediği gibi “Elif
okuduk ötürü, pazar eyledik götürü, Yaratılmışı hoş gördük, Yaratandan ötürü.”dedi.
İsmail
devam etti:
-
Sen ki bana evini açtın Son kalan yiyeceğini benimle paylaştın. Yok kardeş ben
seni öldüremem. Amma babam kan ister.
İsmail silahı kendi başına dayadı.
-
Gayri Yunus kardeş benim aldığım her nefes bana haramdır. Hakkını helal edesin.
Yunus
bu sefer gür bir sesle:
- Dur İsmail. Canı veren de alan da Allah'tır.
Etme eyleme kardaş. Ben seni affettim. Gel kardaşım,yoldaşım ol.Deyip silahı
tuttuğu gibi fırlattı. İsmail’e sarıldı sıkı sıkı. Uzun süre ağlaştılar. Yunus
durdu anası bunca gürültüye hiç ses vermemişti. Yoksa… dedi Hemen anasının
yanına koştu. Anası bu dünyadan göçmüştü. Ertesi gün cenazesi oldu. Gömüldü.
Yunus kederliydi. İsmail:
- Ey Yunus adının hakkını verdin .. Allah
aşkıyla yananlar ölmez kardaş ,göçerler. Sen ki bu diyarlarda sevgi ataşını yakan
Yunus Emre timsalisin ?
Onlarca kış geçti. Yunus ile İsmail
beraber yaşadılar. Evvela Yunus sonra da İsmail göçtü bu dünyadan heybeleri
dolu bir şekilde. Onlar göçtü, bütün köy onları “ HEYBELERİ DOLU OLANLAR”diye
hatırladı.
“ Maharet güzeli
görebilmektir,
Sevmenin
sırrına erebilmektir.
Cihan, alem herkes bilsin ki şunu,
En büyük ibadet sevebilmektir.”