SEVGİ İLE DOLSUN YÜREK

  • Yazar: Ecrinnur ŞAHİN

  • Rumuz: Ecrin2008

  • Okulu: Hüseyin Akif Terzioğu Ortaokulu

  • E-mail: rabiaasahin17@gmail.com

Konu

Zeynep'in annesinin kardeşleri ile miras paylaşımında yaşadıkları

Tab Article

                                                                                  Bir avuç toprak , biraz suyum ben

                                                                                  Neyimle övüneyim , işte buyum ben

                                                                                                           Yunus Emre              

 

                                                SEVGİ İLE DOLSUN YÜREK

 

     “Ben sadece hakkım olanı istiyorum evladım.” diyor ve ağlıyordu annesi. Gri bir kasım akşamıydı. Dışarıda rüzgar soğuk soğuk esiyordu. “Dayın da değil, onun oğlu diyor bana bunları. Babaannesinin mirası zehir gibiymiş. Dokunanı, kullananı mahvedermiş. Hiç hayır getirmezmiş insana o tarlalar, arsalar.”  Anlatıyor ,anlatıyor gözyaşlarını da yemenisinin ucuyla kuruluyordu annesi.

      “Anneciğim.” dedi Zeynep. “Verelim işte mahkemeye. Tutarız bir avukat ,çözeriz. Çok üzülüyorsun böyle.” Tahta divanı gıcırdatarak doğruldu annesi. Kanaviçe işli kırlentlerden biri yuvarlandı yere.

      “Sakın ha sakın! Ben Hacı Muharrem’in evlatları mal mülk için birbirine girmiş , mahkemeye düşmüşler dedirtmem. Ben yaşarken olmaz.”

       Zeynep annesinin kızgınlığı biraz geçince kırlenti onun arkasına koydu , gözyaşıyla  ıslanmış anne kokulu yanaklarından öptü. “Üzülme annem sen. Allah  bir çıkar yol gösterir.  Hani hep söylerdi ya canım dedem bizim Yunus’un şu dizelerini;   “ Cümleler doğrudur ,sen doğru isen/ Doğruluk bulunmaz sen eğri isen.”  “Sen böyle doğru oldukça, hakkı gözettikçe hiç kimse alamaz payına düşenleri.”

       Çok kırılmıştı annesi kardeşlerine. Zeynep bir yandan annesinin ağrıyan bacaklarını ovuyor bir yandan da annesine yapılanları düşünüyordu. İki dayısı ,onların oğulları, yengeler ve hatta onların gelinleri. O zehirli dedikleri mal mülk için, para için etmediklerini bırakmamışlardı anacığına. Önce hacı dedesi vefat etmişti. Kara toprağa koyuvermişlerdi selvi boylu, yumuşacık sakallı dedesini. Onu da çok üzmüştü dayıları . Dedesinin hasretine dayanamayan anneannesi de onun ölümünden altı ay sonra  “Hacım, hacım !” diye diye gitmişti kocasının yanına. Çok severlerdi birbirlerini diye düşünerek iç geçirdi Zeynep. İçi acımıştı onları hatırlayınca. Son zamanlarına kadar sevdalılardı birbirlerine. O sevda ile çok ayrı kalmadan kavuştular . Dedesi hasta yatağında bile o çok sevdiği Yunus’tan dizeler okurdu anneannesine.

       “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim/Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni.”

 Gözleri dolmuştu Zeynep’in. Annesi biraz rahatlamış gibiydi. Sobanın çıtırtısı ne güzeldi. Annesi elini okşadı kızının. “Yoruldun sağ ol  kızım.” dedi. Annesi gözyaşlarını görüp de üzülmesin diye kalktı Zeynep. “ Bir kahve yapayım da moralimiz düzelsin annecim .” Son anlarına kadar dedesinin dilinde hep güzel sözler vardı. Tam yine düşüncelere dalacakken annesi seslendi içerden: “Akşama ne yemek yapalım kızım?” “Ne zamandır canım Hıdırellez pilavı istiyordu annecim. Bu akşam yapayım mı?” Olur tabi, dedi annesi kahvesini yudumlarken. Gözünde hala damlacıklar titreşiyordu.  “Olur ya, mis gibi olur hem de. Koca ninene de götürürsün. O da pek sever senin gibi.” Unutuverdiler sanki deminki üzüntülerini.

       O sevda bülbülü anneanne ve dede buralardan göçüp gidince başlamıştı sıkıntılar. Zeynep, dayılarını da yengelerini de çok severdi. Daha küçücüktü yengesi evlerine gelin geldiğinde. Zeynep yengesini gelinlikler içinde görünce Gelin Yenge diye seslenmiş. Adı da hep öyle kalmış artık. Bütün aile de alışmıştı buna. Her şey güzeldi eskiden. Aslında Zeynep, dayılarının ve yengelerinin anneanne ve dedesini üzdüklerini hep hissederdi çocuk aklıyla. Tarlalar satılıveriyordu birer birer. Birinin oğlu okuyacakmış sat, biri kahve açacakmış sat. O günlerde bile mal, para derdi vardı  zaten. Hiç memnun da olmazlardı dayılar, yengeler. Anneannesinin evinin dibindeki fırında mis kokulu ekmekler ,yağlı pideler yaparlardı da bir dilim bile vermezlerdi o nur yüzlü yaşlılara. “Çok üzüldü nur yüzlülerim, çok.” dedi Zeynep mırıldanarak.  Mutfağa geçti yemek hazırlamaya. Önce malzemeleri çıkardı dolaptan. Tencereye yağ koydu ve ısınınca küp küp doğradığı soğanları attı içine. Pek severdi bu cızırtıyı. Havuç doğrayıp kavrulmuş etlerle birlikte koydu tencereye. Pirinçleri de yıkayıp koydu tencereye ,yavaşça karıştırdı bütün malzemeyi. Biraz daha karıştırıp fırın tepsisine döktü hepsini.

       Annesine baktı sessizce, uyuyor gibiydi. Yaşı epey vardı ama dinçti . Bacaklarından dert yanardı arada. Yunus’un; “Bir kez gönül yıktın ise” mısraı geldi aklına Zeynep’in. Anacığı kimsenin işine karışmaz, kalp kırmamak için uğraşırdı. Kuşlara, ağaçlara, toprağa, çiçeklere dökerdi içini. Mal mülk sevdalısı değilim, hakkım olanı istiyorum sadece . Miras helaldir, derdi.  Dayıları kandırmışlardı mal paylaşımı sırasında annesini. Salgın döneminde Zeynep de şehir dışındaki okulundan gelemediği için dayıları annesine  hileyle imza attırmış, dükkanını almışlardı elinden. Çok yanardı bu duruma anacığı. “Dükkan değil de bana bu yaptıkları acıtıyor içimi ,derdi. İkisi de kardeşim , güvendiğim insanlardı.” der akıtırdı gözyaşlarını. Şimdi de tarlaları almak için dolanmaya başlamışlardı. Büyük tarlalar bizim diyorlardı. Adaletten ,dürüstlükten, haktan hiç haberleri yok gibiydi. ”Alsınlar, alsınlar da hepsini satacaklarmış. O dükkanlar yapılırken, arsalar alınırken tütün tarlalarında ne çok çalıştım ben. Çok emeğim var.

Benim de hakkım var.” diyordu annesi. Satmalarına; hatıralarının ,emeklerinin uçup gitmesine dayanamıyordu işte.

      “Nasıl gidiyor pilav?” diye seslendi annesi. Hazırlıyorum anneciğim, dedi Zeynep. Taze soğan, dereotu, maydanoz, nane doğradı; baharatını da koyup suyunu ekledi pilavın . Akşamdan kalan bademler ilişti gözüne onları da koydu içine. Annesinin tavuk sularından da kattı. En son tereyağını da koyup  tepsinin üstünü yağlı kağıt ile örttü ve tepsiyi fırına koydu. Annesi kendi kendine: “Gelin tanış olalım/İşi kolay kılalım/Sevelim sevilelim/Dünya kimseye kalmaz.” diye mırıldanıyordu. Babasından almıştı o da Yunus sevgisini. Dedem, Yunus dizeleriyle, ilahileri ile uyuturmuş evlatlarını. Ninni yaparmış onun dizelerini yavruları için. Duygularını, dertlerini  Yunus’un dizeleriyle yoğururmuş içinde. 

       Mal mülk sevdası nasıl da değiştirmişti dayılarını. Bir süredir gelmemiş, aramamışlardı. Onları hatırladıkça cız ediyordu yürekleri. Bütün yaptıklarına rağmen yine de anneciği gelecekleri zaman ikramlar hazırlar, güler yüzle karşılardı onları. Sevgisini hiç eksik etmezdi onlardan .Dayıları ise gözyaşları içinde ,kırgınlıklarla bırakıp giderlerdi her defasında anacığını. Yunus: “ İstediğini almak değil verilene razı olmaktır mühim olan.”  demez miydi? Hepsi benim en iyisi benim olsun diyordu onlar ise. Sen kadınsın, yaşlısın, sen büyüksün ne yapacaksın ,deyip daha da kırıyorlardı annesini.

       Zeynep bunları düşünürken fırının alarmı çalmaya başladı. Pilav pişmişti. Mis gibi kokmuştu mutfak. Hıdırellez pilavı baharı getirivermişti adeta evlerine. Annesi de uyandı, su istedi kızından. Bacaklarını ovalarken : “Koca nine de götür sıcak sıcak. Yoğurt da koy yanına.” dedi. Zeynep yemeği verip hemen döndü. Annesinin içeceği ilaçları verdi. İçinden dertli Yunus’un:

Zaman hep aktı geçti.

Kurudu vakti geçti.

Nice han, nice sultan,

Tahtı bıraktı geçti.

Hayat bir pencereydi,

Her gelen baktı geçti.

dizelerini mırıldandı. Herkes ,her şey geçip gidecek bir gün ; kalp kırmaya değer mi ,diye düşündü.  Sofrayı kurmaya başlayacaktı ki telefon çaldı. Arayan gelin yengesiydi.                      Çok kırgındı Zeynep yengesine ama belli etmedi.  Buyur yenge, dedi. Ağlıyordu yengesi. Dayın, dedi. “Dayın çok hasta bir süredir.”  Annesinden hile ile aldıkları dükkanın içinde yığılmış kalmış. Doktora götürmüşler. Tahliller, filmler derken kanser teşhisi konulmuş. Allah’tan erkenmiş ve tedavi oluyormuş. Bu dönemde hastanelerde çok düşünmüş ,diğer dayımla da konuşmuş. Pişman olmuşlar, anlamışlar hatalarını. Ablamızdan helallik isteyelim, demişler. Utanmışlar yaptıklarından. Hakkını verelim, diyorlarmış. Tedaviden sonra gelip elini öpeceklermiş. Yengesi  de özür diliyordu. “Yakında görüşmek üzere .” diyerek kapattı yengesi telefonu.

        Zeynep bir çırpıda anlatıverdi  annesine yengesiyle konuştuklarını. Hala şaşkındı ikisi de. Annesi üzülsün mü sevinsin mi , ağlasın mı gülsün mü bilemiyordu bu habere.  Sabrın ,sevginin meyvesi bu diyordu. Sarıldılar birbirlerine mutlulukla, şükürlerle. Bizim Yunus’un mısraları yine dilindeydi annesinin:

Benlik davasını bırak,

   Muhabbetten olma ırak,

  Sevgi ile dolsun yürek,

   Hoşgörülü olmaya bak.