Zeynep'in annesinin kardeşleri ile miras paylaşımında yaşadıkları
Zeynep'in annesinin kardeşleri ile miras paylaşımında yaşadıkları
Bir avuç toprak , biraz suyum ben
Neyimle
övüneyim , işte buyum ben
Yunus Emre
SEVGİ İLE DOLSUN YÜREK
“Ben sadece hakkım olanı istiyorum
evladım.” diyor ve ağlıyordu annesi. Gri bir kasım akşamıydı. Dışarıda rüzgar
soğuk soğuk esiyordu. “Dayın da değil, onun oğlu diyor bana bunları. Babaannesinin
mirası zehir gibiymiş. Dokunanı, kullananı mahvedermiş. Hiç hayır getirmezmiş
insana o tarlalar, arsalar.” Anlatıyor
,anlatıyor gözyaşlarını da yemenisinin ucuyla kuruluyordu annesi.
“Anneciğim.” dedi Zeynep. “Verelim işte
mahkemeye. Tutarız bir avukat ,çözeriz. Çok üzülüyorsun böyle.” Tahta divanı
gıcırdatarak doğruldu annesi. Kanaviçe işli kırlentlerden biri yuvarlandı yere.
“Sakın
ha sakın! Ben Hacı Muharrem’in evlatları mal mülk için birbirine girmiş , mahkemeye
düşmüşler dedirtmem. Ben yaşarken olmaz.”
Zeynep annesinin kızgınlığı biraz
geçince kırlenti onun arkasına koydu , gözyaşıyla ıslanmış anne kokulu yanaklarından öptü.
“Üzülme annem sen. Allah bir çıkar yol
gösterir. Hani hep söylerdi ya canım
dedem bizim Yunus’un şu dizelerini; “
Cümleler doğrudur ,sen doğru isen/ Doğruluk bulunmaz sen eğri isen.” “Sen böyle doğru oldukça, hakkı gözettikçe hiç
kimse alamaz payına düşenleri.”
Çok kırılmıştı annesi kardeşlerine.
Zeynep bir yandan annesinin ağrıyan bacaklarını ovuyor bir yandan da annesine
yapılanları düşünüyordu. İki dayısı ,onların oğulları, yengeler ve hatta
onların gelinleri. O zehirli dedikleri mal mülk için, para için etmediklerini
bırakmamışlardı anacığına. Önce hacı dedesi vefat etmişti. Kara toprağa
koyuvermişlerdi selvi boylu, yumuşacık sakallı dedesini. Onu da çok üzmüştü
dayıları . Dedesinin hasretine dayanamayan anneannesi de onun ölümünden altı ay
sonra “Hacım, hacım !” diye diye
gitmişti kocasının yanına. Çok severlerdi birbirlerini diye düşünerek iç
geçirdi Zeynep. İçi acımıştı onları hatırlayınca. Son zamanlarına kadar
sevdalılardı birbirlerine. O sevda ile çok ayrı kalmadan kavuştular . Dedesi
hasta yatağında bile o çok sevdiği Yunus’tan dizeler okurdu anneannesine.
“Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa
yerinirim/Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni.”
Gözleri dolmuştu Zeynep’in. Annesi biraz
rahatlamış gibiydi. Sobanın çıtırtısı ne güzeldi. Annesi elini okşadı kızının.
“Yoruldun sağ ol kızım.” dedi. Annesi
gözyaşlarını görüp de üzülmesin diye kalktı Zeynep. “ Bir kahve yapayım da
moralimiz düzelsin annecim .” Son anlarına kadar dedesinin dilinde hep güzel
sözler vardı. Tam yine düşüncelere dalacakken annesi seslendi içerden: “Akşama
ne yemek yapalım kızım?” “Ne zamandır canım Hıdırellez pilavı istiyordu
annecim. Bu akşam yapayım mı?” Olur tabi, dedi annesi kahvesini yudumlarken. Gözünde
hala damlacıklar titreşiyordu. “Olur ya,
mis gibi olur hem de. Koca ninene de götürürsün. O da pek sever senin gibi.” Unutuverdiler
sanki deminki üzüntülerini.
O sevda bülbülü anneanne ve dede
buralardan göçüp gidince başlamıştı sıkıntılar. Zeynep, dayılarını da
yengelerini de çok severdi. Daha küçücüktü yengesi evlerine gelin geldiğinde. Zeynep
yengesini gelinlikler içinde görünce Gelin Yenge diye seslenmiş. Adı da hep
öyle kalmış artık. Bütün aile de alışmıştı buna. Her şey güzeldi eskiden.
Aslında Zeynep, dayılarının ve yengelerinin anneanne ve dedesini üzdüklerini
hep hissederdi çocuk aklıyla. Tarlalar satılıveriyordu birer birer. Birinin
oğlu okuyacakmış sat, biri kahve açacakmış sat. O günlerde bile mal, para derdi
vardı zaten. Hiç memnun da olmazlardı
dayılar, yengeler. Anneannesinin evinin dibindeki fırında mis kokulu ekmekler ,yağlı
pideler yaparlardı da bir dilim bile vermezlerdi o nur yüzlü yaşlılara. “Çok
üzüldü nur yüzlülerim, çok.” dedi Zeynep mırıldanarak. Mutfağa geçti yemek hazırlamaya. Önce
malzemeleri çıkardı dolaptan. Tencereye yağ koydu ve ısınınca küp küp doğradığı
soğanları attı içine. Pek severdi bu cızırtıyı. Havuç doğrayıp kavrulmuş
etlerle birlikte koydu tencereye. Pirinçleri de yıkayıp koydu tencereye ,yavaşça
karıştırdı bütün malzemeyi. Biraz daha karıştırıp fırın tepsisine döktü
hepsini.
Annesine baktı sessizce, uyuyor gibiydi. Yaşı
epey vardı ama dinçti . Bacaklarından dert yanardı arada. Yunus’un; “Bir kez
gönül yıktın ise” mısraı geldi aklına Zeynep’in. Anacığı kimsenin işine
karışmaz, kalp kırmamak için uğraşırdı. Kuşlara, ağaçlara, toprağa, çiçeklere
dökerdi içini. Mal mülk sevdalısı değilim, hakkım olanı istiyorum sadece .
Miras helaldir, derdi. Dayıları
kandırmışlardı mal paylaşımı sırasında annesini. Salgın döneminde Zeynep de
şehir dışındaki okulundan gelemediği için dayıları annesine hileyle imza attırmış, dükkanını almışlardı
elinden. Çok yanardı bu duruma anacığı. “Dükkan değil de bana bu yaptıkları
acıtıyor içimi ,derdi. İkisi de kardeşim , güvendiğim insanlardı.” der akıtırdı
gözyaşlarını. Şimdi de tarlaları almak için dolanmaya başlamışlardı. Büyük
tarlalar bizim diyorlardı. Adaletten ,dürüstlükten, haktan hiç haberleri yok
gibiydi. ”Alsınlar, alsınlar da hepsini satacaklarmış. O dükkanlar yapılırken, arsalar
alınırken tütün tarlalarında ne çok çalıştım ben. Çok emeğim var.
Benim
de hakkım var.” diyordu annesi. Satmalarına; hatıralarının ,emeklerinin uçup
gitmesine dayanamıyordu işte.
“Nasıl gidiyor pilav?” diye seslendi annesi.
Hazırlıyorum anneciğim, dedi Zeynep. Taze soğan, dereotu, maydanoz, nane
doğradı; baharatını da koyup suyunu ekledi pilavın . Akşamdan kalan bademler ilişti
gözüne onları da koydu içine. Annesinin tavuk sularından da kattı. En son
tereyağını da koyup tepsinin üstünü
yağlı kağıt ile örttü ve tepsiyi fırına koydu. Annesi kendi kendine: “Gelin
tanış olalım/İşi kolay kılalım/Sevelim sevilelim/Dünya kimseye kalmaz.” diye
mırıldanıyordu. Babasından almıştı o da Yunus sevgisini. Dedem, Yunus
dizeleriyle, ilahileri ile uyuturmuş evlatlarını. Ninni yaparmış onun
dizelerini yavruları için. Duygularını, dertlerini Yunus’un dizeleriyle yoğururmuş içinde.
Mal mülk sevdası nasıl da değiştirmişti
dayılarını. Bir süredir gelmemiş, aramamışlardı. Onları hatırladıkça cız
ediyordu yürekleri. Bütün yaptıklarına rağmen yine de anneciği gelecekleri
zaman ikramlar hazırlar, güler yüzle karşılardı onları. Sevgisini hiç eksik
etmezdi onlardan .Dayıları ise gözyaşları içinde ,kırgınlıklarla bırakıp
giderlerdi her defasında anacığını. Yunus: “ İstediğini almak değil verilene
razı olmaktır mühim olan.” demez miydi?
Hepsi benim en iyisi benim olsun diyordu onlar ise. Sen kadınsın, yaşlısın, sen
büyüksün ne yapacaksın ,deyip daha da kırıyorlardı annesini.
Zeynep bunları düşünürken fırının alarmı
çalmaya başladı. Pilav pişmişti. Mis gibi kokmuştu mutfak. Hıdırellez pilavı baharı
getirivermişti adeta evlerine. Annesi de uyandı, su istedi kızından.
Bacaklarını ovalarken : “Koca nine de götür sıcak sıcak. Yoğurt da koy yanına.”
dedi. Zeynep yemeği verip hemen döndü. Annesinin içeceği ilaçları verdi.
İçinden dertli Yunus’un:
Zaman
hep aktı geçti.
Kurudu
vakti geçti.
Nice
han, nice sultan,
Tahtı
bıraktı geçti.
Hayat
bir pencereydi,
Her
gelen baktı geçti.
dizelerini
mırıldandı. Herkes ,her şey geçip gidecek bir gün ; kalp kırmaya değer mi ,diye
düşündü. Sofrayı kurmaya başlayacaktı ki
telefon çaldı. Arayan gelin yengesiydi. Çok kırgındı Zeynep
yengesine ama belli etmedi. Buyur yenge,
dedi. Ağlıyordu yengesi. Dayın, dedi. “Dayın çok hasta bir süredir.” Annesinden hile ile aldıkları dükkanın içinde
yığılmış kalmış. Doktora götürmüşler. Tahliller, filmler derken kanser teşhisi
konulmuş. Allah’tan erkenmiş ve tedavi oluyormuş. Bu dönemde hastanelerde çok
düşünmüş ,diğer dayımla da konuşmuş. Pişman olmuşlar, anlamışlar hatalarını. Ablamızdan
helallik isteyelim, demişler. Utanmışlar yaptıklarından. Hakkını verelim,
diyorlarmış. Tedaviden sonra gelip elini öpeceklermiş. Yengesi de özür diliyordu. “Yakında görüşmek üzere .”
diyerek kapattı yengesi telefonu.
Zeynep
bir çırpıda anlatıverdi annesine
yengesiyle konuştuklarını. Hala şaşkındı ikisi de. Annesi üzülsün mü sevinsin
mi , ağlasın mı gülsün mü bilemiyordu bu habere. Sabrın ,sevginin meyvesi bu diyordu.
Sarıldılar birbirlerine mutlulukla, şükürlerle. Bizim Yunus’un mısraları yine
dilindeydi annesinin:
Benlik
davasını bırak,
Muhabbetten olma ırak,
Sevgi ile dolsun yürek,
Hoşgörülü olmaya bak.